Türk olmak -3-

A -
A +
  İki haftadır devam eden “Türk olmak” başlıklı yazım dolayısıyla maillerime sayısız takdir mesajları düşmektedir. Bu iyi dileklerini bildiren bütün okuyucularıma teşekkürü bir borç bilirim... Bu arada bazı okuyucularım Türk yerine ümmet kelimesini kullanmamın daha uygun olacağı konusunda ikazlarda bulunmuştur. Onlara da bu yerinde ikazları nedeniyle şükranlarımı sunarım. Zaten benim de buradaki Türk ifadem aynı düşünce itibarı iledir. Bizim farklı ırki isimlerimizden hoşnut olmamız gerekir. Zira ceddimizin bin yıldır Türk, Kürt, Çerkes, Arap derken böyle bir ırkçılık hatırına dahi gelmiyordu. Bu durum adlarının Ahmet, Mehmet, Hasan, Hüseyin olması kadar farkı yoktu. Yine Tokatlı, Hakkârili, Edirneli, Trabzonlu olmak arasındaki fark ne ise belki o kadardı. Batı, bu hastalığı içimize sokuncaya kadar, bu kardeşlik zihniyeti hep devam edecektir. Üstünlüğü takvada gören bir ümmetin, ırki mensubiyeti dolayısıyla din kardeşine üstünlük taslaması en büyük münafıklık kabul edilirdi. Bu itibarla benim “Türk olmak” başlığı yerine Kürt, Çerkes, Gürcü, Arap her birini yerleştirebilirsiniz. Maksat değişmez. Bunun değişmesi için kişinin maksadının, gayesinin, ideallerinin değişmiş olması gerekir. Zaten Türk olmak başlığı altında verdiğim isimlerin bir kısmını ırken düşünürseniz Türk de değildir. Öte yandan Türklerin her kıtada uzun saltanatları ve İslam dinini yaymaları nedeniyle Türk ismi ırki anlayışın üzerine çıkmış ve sanki İslam demekle özdeşleşmiştir. Bu itibarla Avrupalılar İslamiyet’i seçen ırkdaşlarına “Müslüman oldu” demezler “Türk oldu” derlerdi. Müslüman Türk, Kürt, Arnavut, Boşnak, Arap kardeşlerimiz hayırda yarışırlardı. Irki ayrılığı zenginlik görürlerdi. Birbirlerine Mostar Köprüsü’nün zamkı gibi gönülden bağlı idiler. Bugün de aynı noktada birbirimize sarılmadığımız müddetçe düşmanlarımız bunu kaşımaya devam edeceklerdir. Neticede ırki farklılıklar bizim elimizde olan bir husus değildir. Rabbimizin takdiridir. Değiştirmek mümkün değildir. Öyleyse onu zenginliğimiz olarak görmekten başka çaremiz yoktur. Atalarımız öyle gördükleri için birleşiyor, bir oldukları için galip geliyorlardı. İnşallah artık biz de uzun zamandır içimize sokmak istedikleri bu bulaşıcı virüsten de kurtuluruz. İşte bu virüsün panzehri İslamiyet’i yaşamaktır. Tarihini, ecdadını tanımaktır. Zira orayı örnek aldığımızda Türk, Kürt, Arnavut, Arap, Boşnak kavimlerine mensup yüzlerce âlim, sultan, mutasavvıf ve şairin gönlümüzde olduğunu göreceğiz. Bu nedenle konuya devam ederken okuyucularımın bu hususu özellikle dikkate almaları en büyük arzumdur...    Kalk gaflet uykusundan!   Nitekim göreceksiniz ki, Türk olmayı Nâbi, Fakı Teyran, Selahaddin Eyyubi üzerinden örneklemelerle verirken Ahmed Yesevi, Yunus Emre ve Sultan Alparslan’dan farkı olmayacaktır. Konuya devam edersek: Türk olmak; Sultan Alparslan’ın “Biz, bu ülkeleri Hakk teâlânın izniyle silah kuvveti ile aldık. Biz temiz Müslümanlarız, bid’at nedir bilmeyiz. Bu sebepledir ki Hakk teâlâ, halis Türkleri aziz kıldı” sözündeki muhteşem tespiti unutmamaktır. Bid’at hareketlerine karşı uyanık durmak ve mezhepsizliğin, zillete düşürecek en tehlikeli yol olduğunu kavramaktır. Türk olmak; Sultan Tuğrul Bey’in “Kendime bir saray yapıp da yanında bir cami inşa etmezsem, Allahü teâlâdan utanırım” sözü gereği oturduğumuz yer ile cami veya mescit arasını maddi ve manevi köprü kılmaktır. Türk olmak; Antakya’yı fethettikten sonra Süveydiye’ye (Samandağ) kadar uzanan Sultan Melikşah’ın Akdeniz’i seyrederken duyduğu heyecan ile şevke gelip atını dalgaların arasına sürerek, mağlubiyet acısı tatmayan kılıcını üç defa suya daldırıp “Yüce Allah bana Okyanus’a kadar hüküm sürmeyi nasip etti. Şu deniz önüme çıkmasaydı Resûlullah Efendimizin yolunu, gidebileceğim yere kadar götürürdüm” sözünün şuurunda olmaktır. Türk olmak; vefat ettiğinde, “Tabutunun Şam sokaklarında gezdirilmesini ve dün başınıza sultan iken askeri ve hazineleri ile büyük bir servete malik olan Selahaddin bugün müflisane bir şekilde Rabbine gitmektedir. Hâlimden ibret alınız” diyerek vasiyet eden Selahaddin Eyyubi olmaktır. Türk olmak Yunus Emre’nin; Bu dünyaya kalmayalumFanidür aldanmayalımBir iken ayrılmayalumGel dosta gidelim gönül Dizesinde işaret ettiği üzere dünyanın gelip geçiciliğinden, dünya zevklerinin aldatıcılığından gafil olmayıp asıl rağbetin Cenâb-ı Allah’a olması gerektiğini unutmamaktır. Türk olmak; aynen Yunus Emre gibi Fakı Teyran’ın da; Ey gönül! Kalk gaflet uykusundanBabalarımız analarımız gibiBiz de gireceğiz toprağaGerçek hükümdar olan Rabbe gideceğiz Mısralarındaki mananın şuuruna varmaktır. Zira dünya hayatı geçici, ölüm mukadder bir son ve dönüş Yüce Allah’adır. Türk olmak; büyük mutasavvıf Ahmed Yesevi’nin; Ne hoş tatlık Hakk yâdı seher vakti olanda;Baldan tatlı Hû adı seher vakti olanda.Seher vakti hoş saat, kalkana olur rahat,Açılır devlet, saadet seher vakti olanda Sözlerinin sırrı ile seherde Rabbi ile huzur bulmaktır. Türk olmak; büyük âlim Ahmed İbn Kemal Paşa’nın; Kuru yaş ile âdem baş olmaz,Kişiden iş sorulur yaş sorulmaz Sözü üzere her ne iş üzere ise onu lâyıkı ile yapmaktır. Türk olmak; Kanuni Sultan Süleyman’ın muhafız subaylarından olup “Selimname” isimli eserinde Yavuz Sultan Selim Han’ın hayatını ve fetihlerini anlatan Şükri-i Bitlisi’nin; Türk ilen Türk’ü Kürd ilen KürdemEvde koyunu yabanda bir kurdam Deyişine uygun olan Türk-Kürt birlikteliğine sahip olmaktır. Türk olmak; Ruhî’nin; Sanma ey hâce ki senden zer ü sîm isterler,Yevme lâ yenfeu da kalb-i selîm isterler. Yani “Kıyamet gününde senden altın ve gümüş isteyeceklerini zannetme! Mal ve evladın fayda vermediği o günde senden ancak temiz ve halis bir kalp isteyeceklerdir” sözündeki manayı kalbine nakşetmek ve ona göre yaşamaktır. Türk olmak; işte bu temiz, asil, vakur ecdadı unutmamak ve örnek almaktır...     TEFEKKÜR   Bakma nadan olana Hüsrev’i devran olsa Kıl nazar ehl-i dile hak ile yeksan olsa
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.