İbadet ve vakit

A -
A +
Vakit (çoğulu evkât) kelimesi sözlükte “zamanın belirli bir parçası” anlamına gelir. Kur’ân-ı kerîmde vakit ve bu kökten gelen kelimeler (mîkat, mevâkıt, mevkut gibi) on üç âyette yer almaktadır. Aynı şekilde hadis-i şeriflerde de kullanılır.
Namaz, oruç, zekât ve hac gibi İslam’ın farz kıldığı temel ibadetler muayyen vakitlere bağlanarak emredilmiştir.
“Namaz, müminlere belirli vakitlere bağlı olarak farz kılınmıştır.” “Şafağın aydınlığı gecenin karanlığından ayırt edilinceye kadar yiyin, için. Sonra da akşama kadar orucu tam tutun.”, “Hac (ayları), bilinen aylardır.” vb. âyet-i kerimeler, mezkûr ibadetlerin belirli vakitlere bağlandığını genel olarak ifade etmiş̧ ancak bu vakitlerin ne zaman girdiği ne zaman çıktığı ya da namazda olduğu gibi efdal ya da mekruh olan vakitler ile alakalı teferruat Sevgili Peygamber Efendimizin beyanına ve uygulamasına bırakılmıştır...
Peygamber Efendimizin vefatının üzerinden henüz yarım asır geçmeden Müslümanlar Afrika içlerine, İspanya’ya, Konstantiniyye’ye ve Orta Asya’nın kuzeyine doğru ilerlemişlerdi. Ulaşılan yeni bölgelerin iklimi, coğrafi şartları, gündüz ve gece vakitleri, İslam’ın geldiği Hicaz bölgesinden oldukça farklı idi.
Bu durum Müslüman ülkelerde ibadetler için şer’i vakitlerin tayini meselesini en mühim husus hâline getirmiştir. Müslümanları, Güneş ve Ay’ın hareketlerine dair tetkikler yapmaya sevk etmiştir. Zira namaz vakitlerini hesaplamak, ilmî olmaktan öte, dinî bir meseledir. Bildirilmiş olan vakitleri hesap ile sağlama almak önemlidir. Ayrıca hesap ile bulunan bu vakitlerin din âlimleri tarafından tasdik edilmesi şarttır. Bu hususu büyük âlim Taşköprülüzade “Mevdû’at-ul-ulûm” adlı eserinde şöyle izah etmiştir:
“Namaz vakitlerini hesap etmek farz-ı kifâyedir. Müslümanların namaz vakitlerinin başını ve sonunu güneşin hareketinden veya âlimlerin tasdik ettiği takvimlerden almaları farzdır. İbadetlerin vakitlerini tayin etmek astronomiden yardım almayı icap ettirirken, tayin edilen vakitlerin tasdiki âyet-i kerime, hadis-i şerif ve müctehitlerin içtihatlarının dairesinde olur. Bu daire de fıkıh âlimleri tarafından çizilir.”
İşte, ibadetlerde vaktin önemine bağlı olarak İslâm tarihinde güneş, ay ve yıldızlar vasıtasıyla zamanın, özellikle imsak ve namaz vakitlerinin belirlenmesini konu alan ilm-i mîkat çok gelişmiştir.
Zira namaz ve oruç gibi ibadetlerin kabulü için vakitlerin doğru bir şekilde tayini elzemdir. Bu durum temkin müddetini ortaya çıkarmıştır.
Temkin müddeti, hakîkî ufka göre, astronomik formüllerle bulunan vakitleri, İslâm âlimlerinin eserlerinde namaz vakitleri için buyurdukları, sema küresindeki alâmetlerin olduğu, şer’î vakitlere getiren müddettir.
Dolayısıyla herhangi bir namazın, astronomik formüllerle, hakîkî ufka göre bulunan vaktinden (astronomik hesapla bulunan vaktinden), şer’î vaktini tespit etmek için “Temkin Müddeti” kullanılır.
Her namaz vakti için, ayrı ayrı temkinler yoktur. Her şehir için bütün namaz vakitlerinde kullanılan, vasatî bir “Temkin Müddeti” vardır. Güneşin doğuşu ve batışında kullanılması zaruri olduğu bildirilen temkin müddetinin, aynen imsak, yatsı ve diğer bütün namaz vakitlerinde de kullanılması zaruridir. Temkin miktarını bir ihtiyat zamanı zannederek, imsak vaktini 3-4 dakika geciktirenin orucu ve akşam vaktini 2-3 dakika öne alanın orucu ve akşam namazının fasit olacağı yani bozulacağı Dürr-i yektâ kitabında yazılıdır.
 
 
Vakitleri kim bozdu?
 
1982 senesine kadar, temkin zamanını ve güneşin namaz vakitlerine ait olan ufuktan yükseklik açılarını kimse değiştirmemiş, bütün âlimler, şeyhülislâmlar, müftüler ve bütün Müslümanlar, asırlar boyunca namazlarının hepsini, daima temkinli vakitlerinde kılmışlar ve oruçlarına temkinli vakitlerinde başlamışlardır. Şimdi de bütün Müslümanların, bu icma-i müsliminden ayrılmayarak, namazlarını şer’î vakitlerinde kılmaları ve oruçlarına bu şer’î vakitlerinde başlamaları lâzımdır.
Öte yandan 19. asrın son dönemlerinden itibaren İngilizlerin İslam ülkelerine attıkları fitne tohumları yeşermeye başlamıştı. İngiliz ajanı mason ve Vehhabi din adamlarının tesiri ile pek çok meselede olduğu gibi vakit konusunda son derece hatalı adımlar atılmaya başlanmıştır.
Nitekim bunlardan Musa Bigiyef, uzun günlerde, meşakkatli durumlarda oruç meselesini ele aldığı “Uzun Günlerde Oruç” adlı kitabında farklı bir görüş öne sürerek Güneş’in batmadığı bölgelerde ramazan orucunun farz olmadığını iddia etmişti. Hâlbuki İslam âlimleri bunlara cevaplarını vermişlerdi.
Nitekim Dürer’de, "gündüzleri 24 saatten daha uzun yerlerde, oruca saat ile başlanır ve saat ile bozulur. Gündüzü böyle uzun olmayan, vakitleri normal teşekkül eden, yani gündüzleri 24 saatten az olan bir şehirdeki Müslümanların zamanına uyularak oruç tutulur”, diye yazılıdır.
Musa Bigiyef gibi reformistler meseleye Müslümanları aldatacak bir isim de koymuşlardı. “Kolaylaştırma İlkesi!..” Böylece kendi nefislerine uygun olanı veya kolayına geleni yapmanın yolu hâline getirmişlerdi. Bir anlamda dini bozmanın ibadetlerini ifsat etmenin yolu olmuştu. Hâlbuki, “kolaylaştırınız zorlaştırmayınız" (Buhari, 3:72) hadis-i şerifi işine geleni değil, İslam âlimlerinin dinde bildirdikleri kolaylıkları yapmak manasına gelmektedir. Yoksa herkese göre bir kolaylık yolu olurdu.
Bu arada FETÖ projelerinde görüldüğü üzere reformist din adamlarına zaman zaman dinin temel meselelerinde Diyanet’i de kullanılarak farklı kararlar aldırılmıştır. Nitekim 1983 yılında zamanın darbeci iktidarının zihniyeti ve baskısıyla vakitler üzerinde ciddi bir oynama yapılmış ve Müslümanların ibadetleri sıkıntılı bir duruma düşürülmüştür. Asırlardır yapılagelen hesaplama ve uygulama bir kararla rafa kaldırılmış, imsak vakti yirmi dakika ileriye kaydırılmıştır.
 
Diyanet’e düşen görev!
 
Şurası muhakkak ki, 1983 senesinden önceki takvimlerde bildirilen imsak ve namaz vakitlerinin yanlış olmadığını herkes kabul etmektedir. Bu hususta hiçbir ihtilâf da yoktur. Nitekim, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın 30 Mart 1988 tarih ve 234-497 sayılı bütün müftülüklere gönderdiği tamimde, “1983 öncesi takvim ile yeni uygulama arasında sadece temkin farkı bulunmaktadır. Buna göre 1983 öncesindeki uygulama yanlış değildir” şeklinde bildirilmiştir.
Buna karşılık günümüz uygulamasının yanlışlığı 1958 yılında yapılan tartışmalarda zamanın Diyanet'i tarafından net bir şekilde ortaya konulmuştu.
O sene dini bozmak için pek gayretli büyük bir gazetenin köşe yazarı Diyanet İşleri Başkanlığınca neşredilen namaz vakitlerinin yanlış olduğu iddiasını dile getirmişti.
Diyanet tarafından buna verilen cevap aslında meseleyi bugün için de tamamen açıklığa çıkarmaktaydı. Şöyle ki:
“Yazınızda, ‘gerek İngilizler, gerek Amerikalılar, gerek Fransızlar imsak vakti için güneşin -18 derece ufkun altında bulunduğu zaman olarak kabul etmişlerdir’ diyorsunuz. Acaba Hıristiyan olan bu üç milletin imsak vaktinde hangi ibadetleri var ki imsak vakti için böyle bir dereceyi esas olarak kabul etsinler. Böyle yapmış olsalar dahi, İslam astronomi mütehassısları tarafından imsak vakti İslami kaidelere göre takdir edilmişken, bu hususta yabancılara uymak mecburiyeti nereden çıkıyor? İmsak vakti doğu ufkunda beyazlığın bir nokta hâlinde görüldüğü zamandır. Bütün İslâm astronomi mütehassıslarımız bu ânın ufkun altında -19 dereceye tekabül ettiğini bildirmişlerdir. Demek ki Müslüman astronomların imsak vakti için kabul ettikleri derece -18 derece değil, -19’dur. Namaz vakitlerinin de bu dereceye göre hesaplanması lâzımdır ve takvimimizdeki hesaplar buna göredir...”
1958 yılında Diyanet heyetinin verdiği bu cevaba göre bütün mesele imsak vaktinde Güneş'in ufkun altındaki yükseklik derecesinden kaynaklanıyordu.
Dolayısıyla temkinsiz ve Güneş'in ufkun altındaki yükseklik açısı (-18) derece alınarak hesap edilen imsak vakitleri yanlış oluyordu.
Hâl böyle iken günümüzde Diyanet’in, 1983 yılında alınan dayatmalı karardan vazgeçerek Müslümanların oruç ve namazlarını tehlikeye düşüren uygulamalardan vazgeçmesi yerinde olur.
“Sonsuz dertten sakınmalı hatta olsa da bir güman” (şüphe) denildiği üzere orucu ve namazı birkaç dakika için ifsat etmeye gerek var mıdır?
Diyanet'in bu yanlış uygulamadan vazgeçeceği ümidini taşımaktayım.
Diğer taraftan, “gemisini kurtaran kaptan” fehvasınca da herkesin namaz ve imsak vakitleri hususunda titizlik göstermesi temennisiyle yaklaşmakta olan Ramazan-ı şerifin Müslümanlar ve İslam âlemi için hayırlara vesile olmasını diliyorum...
 
 
TEFEKKÜR
 
Şehr-i mahsus oldu çün şehr-i sıyam
Farzdır anda oruç tutmak tamam
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.