Nefret dilinden kurtulmak için!

A -
A +

Ölüm cümle lezzetlere son veren ve dünya ile bağımızı kesen acı bir gerçektir. Ölüm, insanları birbirine yakınlaştırır. Ölümlerle sonlanan afetlerde millet birbirine sarılır.

Ülkemiz ve dünyanın son iki yıldır birinci gündemi, Covid-19 virüsünün sebep olduğu hastalık ve ölümler oldu. Hâlen de yoğun bir biçimde meşgul etmeye devam etmektedir.

Buna rağmen toplumumuzda korkunç bir öteleyici, ayrıştırıcı dil hâkim. Maalesef kin ve nefret söylemi hemen her alanda kendini hissettiriyor. Oysa en tepeden en aşağıya kadar her kesimde sevgi diline ihtiyacın olduğu bir dönemdeyiz.

Ölüm gerçeği bu kadar yakınken sevgiden, muhabbetten, birbirimizi anlamaktan bu kadar uzak kalmak şaşırtıcıdır.

Kanunî Sultan Süleyman tahta çıktığında 26 yaşındaydı. Babasından 6,5 milyon kilometrekare toprak devralmıştı. 46 sene saltanat sürdü. Ülkesine 8 milyon kilometrekareden fazla toprak kattı. Ömrü seferlerde geçti. Bugünkü 52 devletin hükümdarı idi.

O, buna karşılık dünyaya zerre kadar kıymet vermiyordu. Sanki hep ahiret ile yaşıyordu. "Büyük Türk""Muhteşem" ve "Kanunî" lakaplarını elde etmek kolay olmuyordu.

Edebiyat ve tarihten uzak kalınca nefret dili hâkim oluyor, dünyaya rağbet artıyor.

Beş on günlük hayat belki de tarihimizde ilk defa milletin birbiri ile boğuşması ile geçiyor.

Bu itibarla Kanunî Sultan Süleyman’ın dünyaya bakışından ibret alınacak öyle hoş dersler var ki... O:

Baş titrer pîr oldum pâda kudret kalmadı

Zûr-ı bâzû kanda gitdi kanı ol evvelki çag

Beytinde belirttiği üzere gelmiş olduğu hayat konağında her gün biraz daha ölüme yaklaştığının şuuru içerisinde hayat sürmektedir. Nitekim güçten kuvvetten düşmeye başlaması, onu öteki dünyaya çevirir ve ibret gözü ile bakmasına sebep olur.

Gırre olma sebzezâr-ı ‘ömrüne,

Dâne gibi kendüni harmanda gör.

Kanunî, ömür bahçesinin insanı aldatmamasını ister. Yeşeren ekinlerin sararıp tanelerinin harmanda olması ve artık öğütülme zamanını beklemesi gibi insanın da gökyüzü ve yeryüzünün meydana getirdiği değirmende öğütüleceğini haber verir. Ömrün de dünya gibi vefasız olduğunu belirterek dünyaya aldanmamayı ve dünya karşısında uyanık olmayı öğütler. Muhibbî:

Sana beg dirse birkaç gün sakın dünyâya aldanma,

Senün gibi nice yavru uçurmuş âşiyânından.

İnsan dünyada birkaç gün mevki ve makam sahibi olur. Kendisine bey, paşa, efendi diye hitap ederler. Kanuni de, sakın bu sözlere aldanıp dünyaya bağlanma bu dünya senin gibi nicesini yuvadan uçurmuştur diye ikaz eder.

Ey gönül olma sakın dünyâ metâ'ına harîs,

N’eyledi nakdi ne assı eyledi Kârûn’a sor!

Sonra da kendine hitap ederek sakın dünya malı ve mülküne karşı hırsa kapılıp kalma, mal ve mülk Karun’a ne fayda verdi bir düşün diyerek nefsine öğütte bulunur.

Kanunî’ye göre dünya hayaldir, uykuda bir rüyadır, efsane gibi bir şeydir; sonunda ona meyledenin elinde hiçbir şey kalmaz. Çünkü o hileci bir kadına benzer; pişmanlık getirir. İşte şu beyitlerinde bu hususu en açık bir şekilde gözler önüne serer:

Kim ki dünyaya meyl ide âhir,

Bil Muhibbî hayâl-i hâb olısar. 

Mekr-i cihâna bak ki füsûn u fesânedür,

Aldanma bu fesâneye çün hep füsûn geçer.

Aldanup zîver-i dünyaya gönül virme sakın,

Bu muḳarrerdür anun sonı nedâmet getüre. 

Dünyaya müşteri olmadık!

Dünya süslüdür, güzel görünür, insanın birkaç gün yüzüne güler. Kanuni’ye göre keşke hiç gülmeseydi. Zira insan gaflete düşüp hep böyle geçerek zannıyla hareket edebilir. Kanuni bu noktada onun fâniliğine bir kez daha işaret ederek aman buna gönül vermeyin diyerek ikaz eder.

Ne hoş idi eger dünyâ yüze gülmese birkaç gün,

Buna dîl virmesün kimse ki dünyâ pâyidâr olmaz.

Ardından kendisinin de dünyaya ibret gözüyle nazar ettiğinde bu hâline vâkıf olduğunu ve ona zerre muhabbet duymadığını ifade eder.

Dünyâ-yı dûna eylemedi zerre mahabbet,

Çün itdi nazar gördi Muhibbî anı fâni...

 

Zaten Kanunî’ye göre dünyanın bütün işi hile ve desisedir. Kime yüz göstermişse sonunda onu aldatmış ve ağlatmıştır. Bu hususu şöyle belirtir:

Dâimâ mekr ü hiyeldür senün işin ey cihan,

Kime bir an yüz virürsin agladursın çok zamân.

Kanunî’ye göre dünyaya bağlılık ve muhabbet insanoğlunun hırsından ve açgözlülüğünden ileri gelen durumlardır. Gerçekten sineğin pisliğe konduğu gibi insanların açgözlüleri de dünyaya sarılırlar. Kanunî bunu da hiç hoş karşılamaz ve kanaatkâr olmayı ister. Bu fikrini şöyle ifade eder:

Ey Muhibbî olma dünyâya meges gibi haris,

Mesken it Kâf-ı kanâ'at kûhını Ankâ gibi.

Benüm-durur diyenler cümle gitdi,

Cihân içün nedür bu hûy u hâyı...

Kanunî dünya karşısında manâ yani hikmet tarafına yönelir. Onu seyreder, ders alır. Nitekim şu beyitleri bunu açıkça göstermektedir:

lmaduk dünyâ-yı dûna cân-ıla biz müşteri,

Zira birkaç gün hemân ancak temâşâsındayuz.

Nakş-i dünyâya Muhibbî dil virüp aldanmazuz,

Sûrete meyl itmezüz zîrâ ki ma'nâsındayuz...

Biz bu alçak dünyaya müşteri olmadık, onu kazanmak için çalışmadık. Sadece birkaç gün temaşasındayız. İbretlik hâlini seyrediyoruz. Dünyanın süsüne, mevki ve makamına aldanmayız. Zira bu bir surettir, görüntüden ibarettir. Biz sadece hikmetini anlama yönündeyiz...

Zâten bu sırra vâkıf olan ârifler cihana hiç meyletmemişlerdir. Sevgili Peygamberimiz “Dünyada rahat yoktur” buyurmuştur. Kanunî de bu hususu en güzel şekliyle şöyle ifade etmiştir:

Bakup meyl eylemez 'ârif bu dehrün mâl u câhına,

Bekâsı yok bilür perr-i meges denlü cihân kadrin.

Her ne denlü derd ü mihnet kim gele eyle kabûl,

Hiç işitmedün mi kim dünyâ degül cây-ı huzûr...

 

TEFEKKÜR

Mülk-i dünya kimseye kalmaz sonu berbâd olur,

Ey Muhibbî şöyle farzet kim Süleyman olmuşuz.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.