Korkunç fark!

A -
A +

Ukrayna-Rus savaşı ara vermeden devam ediyor. Ukrayna’da aynı zamanda bir insanlık dramı da yaşanıyor. Bilhassa kadınlar, yaşlılar ve çocuklar için izleri, hayatları boyunca gözleri önünden gitmeyecek trajediler görülüyor.

Buna rağmen Ukrayna halkında, dikkat çeken bir tavır ve davranışın, başta gençlerimiz olmak üzere halkımızın dikkatini çekmesini isterdim.

Savaşın ilk gününden itibaren market ve ATM’lerin kuyruklarında inanılmaz bir sükûnet hâkimdi. Herkes kuyrukta sırasının gelmesini bekliyordu. Alacağı malın bitme endişesi yoktu. Öne geçmeye çalışmak veya dükkânı yağmalamak aklına dahi gelmiyordu.

Tam Müslüman tevekkülü gereken bir davranış sergilediler.

Öte yandan Ukrayna-Rus savaşının on birinci gününde, ülkemizde sıvı yağın (Ayçiçeği yağı) bir iki aya kadar stoklarda kalmayacağına dair bir söylenti ortaya çıktı.

Söylenti ile birlikte insanlar savaştan beter bir korku içerisinde marketlere saldırdılar. Yağ alabilmek için birbirlerini ezercesine mücadele ettiler.

Daha acısı zincir marketler de yağları zamlı satarım düşüncesiyle raflardan kaldırmaya ve stoklamaya girişti.

Böylece marketler satması gereken malı stoklamaya, halkta kapabildiğince almaya çalıştı. Geride bir kişi daha alsın nasiplensin, paylaşalım düşüncesi yoktu.

Bu nasıl bir ahlaktı!.. Faraza Türkiye savaşa girmiş olsa ortaya nasıl manzaralar çıkardı acaba? Düşünmek dahi istemiyor insan.

 

Kulağımın ardı keçe!

 

Net olan bir şey var ki ahlakımız gittikçe tefessüh etmeye başladı. Kul hakkını düşünen kalmadı. Para, mevki, makam hırsı her şeyin önüne geçmeye başladı.

Ne depremler ne sel felaketleri ne gözümüzün önünde yaşanan büyük acılar bizleri olgunlaştırmadı. Bilakis dünyaya olan rağbetimizi artırdı.

Bu durum aynı zamanda eğitim sistemimizin iflas ettiği manasına da gelmektedir.

Okullarda ahlak adına ibret kastıyla anlattıklarımız; “kulağımın ardı keçe, birinden girip birinden geçe” kabilinden orada kalıyor.

Öyle görülüyor ki deprem uygulamaları gibi ahlak uygulamaları yaptırmalıyız.

Geçtiğimiz günlerde Millî Eğitim Bakanımız matematikte devrim niteliğinde yeniliklerden bahsediyordu.

Oysa konuya önce, ahlaktan, tarihten, edebiyattan başlamalıydı.

Gençlere şahsiyet kazandıracak adımlar atılmalıydı. Lüzumsuz bilgilerle gençlerin zihinleri körleştirilmemeli idi. Nedense bu sözleri ilgililerin hiçbiri duymuyor, duymak da istemiyor.

Bakınız yine 18 Mart Çanakkale Haftası geldi. Bir hafta boyunca etkinlikler yapılacak ve Çanakkale konuşulacak. Sonrasında okullara gidip anket yapınız ve 18 Mart Çanakkale Zaferinin komutanını sorunuz. Bilenlerin sayısı bir elin parmaklarını geçmeyecek. Acı değil mi?

 

Cevat Çobanlı Paşa

 

13 Mart 1938’de vefat etmişti. Vefatının 84. yıl dönümündeyiz. O, Türk ahlâk ve karakterinin seçkin bir siması idi. Otoriter fakat şefkatli ve yardımsever bir komutandı. ''18 Mart Deniz Savaşı''nı idare eden ve Çanakkale’de destan yazan bir albaydı. Ne hazindir ki onlarca kahraman gibi Çanakkale’nin unutturulan bir kahramanı da o oldu.

Nusret Baycan Bey, kendisini şöyle tanıtmaktadır: “Orgeneral Cevat Çobanlı tarihî kişiliği olan büyük bir askerdi. Görüş, düşünüş ve uygulamalarda vatanseverliği ve milletinin selâmeti daima birinci plânda gelirdi. Her türlü şartlar içinde hiçbir zaman karamsar olmamış, iyimserliğini davranış ve görünüşü ile çevresine de aşılamıştı. Az ve öz konuşur, daha çok tutum ve davranışlarıyla astlarına örnek olur ve onları gerektiğinde ölümü hiçe sayacak şekilde eğitirdi. Kimsesizleri korur, gençlerin daima ellerinden tutar, onların memlekete yararlı birer insan olarak yetişmeleri için maddî, manevî hiçbir fedakârlıktan çekinmezdi. Hayatı çok sade, yurt sevgisi sonsuzdu. Bu nedenle İstiklâl Harbi komutanlarının en yaşlı ve kıdemlisi olduğu hâlde, İstanbul’dan yaptığı desteklerle yetinmemiş, bu yüzden sürgün edildiği Malta’dan dönüşünde El-cezire Cephesi Komutanlığı’nı kabul ederek yararlı hizmetlerini sürdürmüştür.”

Cevat Paşa’nın idare ettiği ve Çanakkale’nin geçilmeyeceğini gösteren 18 Mart günü Birleşik Filonun üç büyük zırhlısı battı. Dört zırhlısı ağır hasar alarak savaş dışı kaldı ve yüzlerce askerini de kaybetti.

Güneşin son ışıklarıyla birlikte müttefik donanmasının Boğaz’dan perişan bir şekilde çıkışını Dardanos Tabyasından izleyen Cevat Paşa, gemilerin ardından; “Gittiler... Geçemediler... Geçemeyecekler...” diye haykırmıştı.

Cevat Paşa’ya yıllar sonra 18 Mart 1915 gününün en kıymetli ânı sorulduğunda;

“O gün güneşin son ışıklarıyla Boğaz’dan perişan hâlde çıkmakta olan düşman filosunun görünüşü idi...” cevabını verecekti.

 

 

Resim asmakla olmuyor!

 

Cevat Paşa’nın 18 Mart Zaferinden sonra 19 Mart günü Müstahkem Mevki Birliklerine yayınladığı günlük emri ise şöyle olmuştu:

“Dünkü bombardımanda görevi başında büyük bir dayanıklılık ve fedakârlık gösteren bütün kahraman askerlerimizi düşman donanmasının uğradığı yenilgiden dolayı kutlarım. Cuma ve pazartesi geceleri Yasin ve Fetih sureleri okunarak bu uğurda şehitlik mertebesine ulaşan silah arkadaşlarımızın aziz ruhlarına hediye edilmesini teklif eder ve o kahraman evlatların hiç şüphesiz şanlı Osmanlı tarihini aydınlatacak menkıbelerinin, gelecek nesillere bir yiğitlik örneği olarak aktarılabilmesi için layık oldukları saygıyla hafızalara kazınmasını tavsiye ederim.”

Çanakkale’yi geçilmez kılan bu namlı komutan neden unutuldu ve unutturuldu dedik!

Şehadetten, şehitlerinize Yasin ve Fetih sureleri okunmasından bahsederseniz unutulursunuz.

Millî Eğitim Bakanımız kitapları gözden geçirsin bakalım. Bu yiğitlik destanları anlatılıyor ve öğretiliyor mu?

Yıllarca Çanakkale’de savaşan ecdadımızı; öğlen çeyrek ekmek, akşam az bulgur pilavı, sabah üzüm hoşafı yediler diye anlattık...

Onların nesilleri ise şimdi savaşın adını duyduğunda rafları yağmalamaya, evlere ayçiçeği yağı yığmaya çalışıyorlar. Para deyince gözleri dönüyor.

Dükkânlarımıza, okul panolarımıza Çanakkale’de çarpışan yamalı elbiseli, ayakkabısız Mehmetçik resimlerini asmakla olmuyor. Yeri geldiğinde onlar gibi olabilmek, her türlü zorluğa tahammül, feragat, yiğitlik ve cesaret gibi vasıfları uygulamak gerekiyor.  

Evet şu ''son savaş''tan, asıl eğitimin nereden başlanması gerektiği dersini iyi anlayalım.

Yoksa yeni Millî Eğitim Bakanımız da havanda su döğmekten öte gidemeyecek!

 

 

TEFEKKÜR

 

Çeşmelerden bardağın doldurmadan kor isen,

Bin yıl orda dursa da kendi dolası değil...

                                               Yûnus Emre

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.