Türkiye’nin Akdeniz’deki egemenlik hakları

A -
A +
Doğu Akdeniz’de sismik araştırmalar yapan Barbaros Hayreddin Paşa gemisine Yunanistan donanmasına ait bir fırkateynin tacizde bulunması Türkiye tarafından sert tepkiyle karşılandı. Türk savaş gemileri ve hava unsurları Barbaros gemisini yakın korumaya aldı. Yunanlıların herhangi bir kışkırtıcı faaliyette bulunmaması için Dışişleri Bakanlığı tarafından gerekli uyarlılar yapıldı.
Yunanistan’ın Barbaros’u engellemeye çalışmasının tek bir sebebi var: Türkiye’nin deniz egemenlik alanını daraltmak. Başka bir deyişle, Yunanistan Türkiye’nin Akdeniz’de uluslararası hukuktan kaynaklanan, deniz yatağı ve altındaki zenginlikleri arama, çıkarma ve kullanma hakkını ipotek altına almaya çalışıyor.
Böyle bir engellemeye hakkı olmadığı hâlde Yunanistan’ın cüretkâr davranışının ardında, kesintisiz ve sürekli olarak Türkiye’nin söz konusu alandaki egemenliğini reddetme çabası yatıyor. Benzer bir tavrı uzun yıllardır Ege’de kara suları ve hava sahası konularında da sergilemiş olan Yunanistan, şayet ret teşebbüslerini ısrarlı şekilde sürdürürse, uluslararası platformlarda Türkiye’nin deniz egemenlik alanını tartışmalı hâle getirebileceğini, böylece ileride Doğu Akdeniz’deki enerji denkleminden Türkiye’yi çıkartabileceğini düşünüyor.
Diğer taraftan Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin (GKRY) yaklaşık 15 yıldır attığı adımlarla Kıbrıs Adası’nın güneyinde fiilî bir durum oluşturduğunu, 1982 tarihli BM Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne dayanarak Münhasır Ekonomik Bölge ilan ettiğini, akabinde İsrail, Mısır, Lübnan gibi kendi bölgelerini ilan eden devletlerle paylaşım anlaşmaları yaparak bunları BM’ye bildirdiğini, üstelik uluslararası firmalar yoluyla egemenlik iddia ettiği alanda doğalgaz çıkartmaya başladığını biliyoruz. Yunanistan bir yandan Türkiye’nin, GKRY’nin tesis etmeye çalıştığı fiilî durumu bozmasını engellemeye çalışırken, diğer yandan da Kıbrıs ve Girit adaları arasında deniz altında bulunduğu yönünde kuvvetli deliller olan büyük doğalgaz yataklarına ulaşmasını da engellemeye çalışıyor. Bahse konu ikinci alan, Kıbrıs Adası’nın güneyindeki rezervlerden çok daha büyük miktarda doğalgaz barındırıyor ve tartışmasız şekilde Türkiye’nin kıta sahanlığı alanında yer alıyor.
Bugün artık çok daha net görülüyor ki, Suriye’deki kaosa ABD ve Rusya’nın müdahil oluşunun sadece DEAŞ’la mücadele veya İran’ın bölgedeki faaliyetlerini kontrol etme gibi sebepleri yok. Suriye krizi aslında Doğu Akdeniz’deki büyük enerji mücadelesine muvazi şekilleniyor. Bilhassa Rus donanmasının bu bölgedeki mevcudiyetinin Suriye krizi bitse dahi devam edeceği ve enerji mücadelesinde aktif rol oynayacağı anlaşılıyor.
Önümüzdeki on yıllara damga vuracak olan Doğu Akdeniz enerji mücadelesinde Türkiye’nin bugüne kadar attığı ve önümüzdeki dönemde atabileceği çok önemli adımlar var.
Türkiye, bir yandan sismik araştırma gemileriyle kendi deniz egemenlik alanında sürekli bayrak göstererek, bölge üzerindeki egemenliğini tartışmaya açtırmıyor, diğer yandan da Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’yle yapmış olduğu kıta sahanlığı paylaşım anlaşması yoluyla bu alandaki haklarını hukuki zemine oturtuyor.
Bundan sonra yapılabilecekleri siyasi-ekonomik ve hukuki olarak iki grupta toplayabiliriz.
Siyasi-ekonomik alanda atılabilecek en önemli adım, sismik arama faaliyetlerini artık sondaj faaliyeti aşamasına geçirmektir. Türkiye hem tek başına hem de Karadeniz’de yaptığı gibi uluslararası ortaklarla konsorsiyum oluşturarak açık deniz sondajı yapmaya başlayabilir. Türkiye’nin kendi kıta sahanlığında yapacağı bu faaliyet için zaten tabii olarak var olandan gayri bir ilave hukuki zemine ihtiyaç yoktur. Sondaj alanı hem Kıbrıs Adası’nın etrafı hem de Kıbrıs ve Girit adaları arasındaki bölge olarak tespit edilebilir. Türkiye arama ve sondaj faaliyetlerine uluslararası ortak bulmakta da hiç zorluk çekmeyecektir.
Hukuki alanda atılabilecek en önemli adım ise -bu köşede daha önce defalarca yazdığım- Akdeniz’de Münhasır Ekonomik Bölge’nin ilan edilmesidir. Böylece kıta sahanlığının sağladığına ilave ekonomik haklar güvence altına alınmış ve GKRY, İsrail, Mısır gibi yönetimlerin oldubittileri bozulmuş olacaktır.
Esasen Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki müstakbel stratejisi bir sualin cevabına göre şekillenebilir: Kıbrıslı Rumların, Türklerin eşit egemenlik haklarını tanıyarak yeni bir ortaklık devleti kurmaya niyetleri var mı? Buna inanmamız için Rumların hiçbir müşahhas ve müspet bir adımı mevcut değil. Ne AB’den ne de ABD’den bu yönde bir telkin var.
Şayet Rumlar bir gün 180 derece tavır değiştirerek Türklerin eşit ortak olduğu bir yönetime ‘evet’ demeyeceklerse, Türkiye’nin Doğu Akdeniz politikasının muhal birleşik Kıbrıs tasavvuruna değil, bağımsız KKTC’nin varlığını devam ettireceği realitesine istinat edeceği aşikârdır. Net olan bir diğer husus da, Doğu Akdeniz’de evvelce görmediğimiz aktörlerin giderek kalıcı hâle gelmekte olduklarıdır.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.