Avrupa Birliği ile geleceğimiz

A -
A +
 
Yunanistan, Doğu Akdeniz ve Ege’de Türkiye’nin uluslararası hukuktan kaynaklanan haklarını savunma konusunda gösterdiği kararlılık karşısında Fransa’ya sığındı. Emmanuel Macron bir yandan Libya’daki oyununu bozduğu, diğer yandan da Afrika’daki eski sömürgelerinin bağımsız politika takip etmelerine katkı verdiği için Türkiye’yle asla kazanamayacağı bir mücadeleye girişmişti. Böyle bir ortamda Yunanistan’a destek vermek Macron’un işine geldi. Bir taşla üç kuş vurmayı hedefliyordu. Hem Türkiye’yi Doğu Akdeniz’de zor duruma düşürerek, Libya ve Afrika’nın intikamını alacak, hem Doğu Akdeniz enerji kaynaklarının çıkarılması ve işletilmesinde Fransız firmalarının da rol oynamasının önünü açacak, hem de fırsattan istifade Fransız silah firmalarının ürettiği gemi ve uçakları zor durumdaki Yunanistan’a satacaktı.
Son iki ay içinde Macron, Avrupa Birliği içindeki bir numaralı Türkiye karşıtı hâline geldi. Hemen her gün Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı hedef alan ve Türkiye’nin uluslararası ilişkiler için bir tehdit hâline geldiğini vurguladığı cümleler sarf etmeye başladı. Bunları yaparken de, Fransa’nın gücünün Türkiye’ye yetmeyeceğini bildiği için, Avrupa Birliği’ni bir araç olarak kullanma yoluna gitti. NATO içinde fazla ciddiye alınan bir lider olmadığının farkında olan Macron, ülkesinin Avrupa Birliği’nin en önemli iki üyesinden biri olmasını sonuna kadar Türkiye aleyhine kullanmayı tercih etti. Almanya’nın dönem başkanlığının önceliklerinin üst sıralarda yer almayan “Türkiye-AB ilişkileri” konusunu neredeyse en önemli başlık hâline getirdi. Bunu yaparken de, zaten Türkiye’nin AB üyeliğine karşı olan Avusturya ve Hollanda gibi bazı ülkelerin de desteğini almayı başardı.
Yunanistan’ın sadece Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’yle iş birliği yaparak AB zirve gündemine sokması mümkün olmayan “Türkiye ile İlişkiler” konusu, böylece Fransa’nın ve onun kışkırttığı ülkelerin sayesinde 24-25 Eylül’de toplanacak olan Özel Zirve’nin gündemine girdi. Söz konusu zirvede, bir yandan Covid-19 salgınıyla mücadele ve Çin ile ilişkiler konuları ele alınırken, diğer yandan da bilhassa Doğu Akdeniz özelinde Türkiye ile ilişkiler ele alınacak. Fransa ve yandaşları Türkiye karşısında AB üyelerinin bir bütün olarak dayanışma sergilemelerini ve Türkiye’ye “yaptırımlar” uygulanmasını istiyorlar.
Bu günlerde AB çevrelerinde dillendirilmeye başlanan “yaptırımların” mahiyetinin ne olduğunu bilmiyoruz. Bir görüşe göre, Rusya’nın Kırım’ı işgalinden sonra bazı Rus vatandaşlarına ve Rus şirketlerine getirilene benzer bir dizi yaptırımdan söz ediliyor. Türkiye’nin kendi haklarını korumak ve Yunanistan’ın uluslararası hukuku hiçe sayan oldubittilerinin önünü kesmek için aldığı tedbirleri bu kapsama sokmaya çalışmak elbette AB içinde her üyenin gönül rahatlığıyla destekleyebileceği bir girişim değil. Dönem başkanı Almanya’nın yanı sıra İtalya, Macaristan, Bulgaristan gibi üyeler Türkiye’ye böylesi ağır bir muamele yapılmasına çok olumlu bakmıyorlar. Fakat hem Fransa ısrarla bu konuyu öne çıkarırken, Yunanistan ve GKRY de Türkiye’ye yaptırım uygulanmaması hâlinde Almanya’nın aldırmaya çalıştığı diğer bazı kararları bloke edecekleri şantajını yapıyorlar. Özetle yaklaşan AB zirvesinin, Türkiye-AB ilişkilerinin geleceğine onarılması çok güç bir darbe vurabilecek kararlara sahne olma ihtimali artıyor.
Bu noktada en büyük görev Almanya’ya düşüyor. Şansölye Merkel, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sergilediği iyi niyetli yaklaşımın Yunanistan tarafından -Mısır ile anlaşma yapılarak- nasıl sabote edildiğinin yakın şahidi. Atina’nın bu tutumu 4 yıl aradan sonra istikşafi görüşmelerin yeniden başlamasının da önünü tıkamıştı. Merkel aynı zamanda, Fransa’nın kendi ikili çıkarlarını AB’nin ortak problemiymiş gibi takdim etme çabasını da yakından gözlemliyor. Bir kez daha başbakanlık görevini yapmayacağını açıklayan Merkel’in, AB içinde Fransa’nın Almanya’nın önüne çıkmasına yol açabilecek böyle bir girişime kolay kolay yeşil ışık yakmayacağını da düşünebiliriz. Son olarak, yaptırım kelimesinin telaffuz edilmesinin bile Türkiye’nin AB’yle ilişkilerine ne ölçüde olumsuz yansıyabileceğini, topraklarında en fazla mülteci bulunduran AB üyesinin başbakanı olarak en iyi Merkel’in bildiği de unutulmamalı.
Bütün bunlar dikkate alındığında önümüzdeki zirvenin Türkiye-AB ilişkilerinin geleceği bakımından kritik öneme sahip olduğu ortada. Türkiye gibi AB’nin stratejik vizyonu açısından vazgeçilmez bir ülkeyi, Yunanistan’ın çığırtkanlığına ve Fransa’nın ihtirasına feda etmenin faturasını acaba Almanya üstlenebilecek mi, göreceğiz.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.