SULTAN ABDÜLHAMİD’İN HAŞARI ŞEHZÂDESİ

A -
A +
Filmlerde isyankâr bir çocuk gibi tasvir edilen Abdülkâdir Efendi, Sultan Hamid’in belki de en bedbaht şehzâdesidir.   Mehmed Abdülkâdir Efendi (1878-1944), Sultan Abdülhamid’in en makbul haremlerinden Bîdâr Kadınefendi’den dünyaya geldi. Alman İmparatoru İstanbul’a geldiğinde, haremi ziyaret eden imparatoriçeyi kabul etmiş ve zarafetiyle hayran bırakmıştır.   Mutsuz ve umursuz   Abdülkâdir Efendi Almanya’da askerî tahsil gördü. Kayzer’den madalya aldı. Birkaç lisanı gayet güzel konuşurdu. Ancak, hiç de beklendiği tarzda ağır başlı bir şehzâde değildi. Sultan Hamid, serkeş gördüğü oğlunu çekip çevirmesi için, amcası Sultan Aziz’in kızı Emine Sultan ile evlendirmeyi münasip görmüştü. Fakat Sultan Efendi, kabul etmedi. Bunun üzerine padişah, huyunu beğendiği saraylı bir hanımla evlendirdi ise de, işe yaramadı. Şehzâde daha sonra birkaç hanım ile daha evlendi ve hayatı hep mutsuz geçti. Umursuz gözüken şehzâde, hep varmayı hedeflediği gayeye varamamanın hayal kırıklığı içinde yaşadı. Sadece ilk zevcesi hayatının sonuna kadar ona vefa gösterdi.   Kemancı   Abdülkâdir Efendi miralay rütbesinde iken, 46 yaşında sürgüne çıktı. 13 kişilik ailesi ve maiyetiyle beraber trenle Budapeşte’ye gitti. Şehzâde’nin iki aylık kızı Bîdâr Sultan, yolda soğuktan hastalanarak vefat etti. Gurbette ilk vefat eden hânedan âzâsı ve sürgünün ilk kurbanıdır. Yanlarında götürdükleri az miktarda nakit hemen bitti. Parasızlıktan, ucuz otellere ve nihayet şehir dışındaki ucuz pansiyonlara düştüler. Yok pahasına satılan mücevherler de az bir zaman idare etti. Sürgünde hânedanın maddî ve manevî bakımdan en çok sıkıntı çeken kolu Abdülkâdir Efendi ailesi oldu. Askerlikten başka mesleği olmayan Şehzâde, bir orkestrada kemancılık yaparak hayatını kazanmaya başladı. Cömert yaşamaya alıştığı için çok borçlanmıştı. Birkaç ay içinde yurda döneceklerini umuyor; Musul petrollerindeki hisselerine bel bağlıyordu. Giderek sıhhatini kaybetti; sık sık hastalanıp yataklara düşmeye başladı; çalışamaz oldu. Peşte’de kalmak imkânsız hâle gelmişti. 1933’te hayatın daha ucuz, Müslüman’ın bol ve memleketin de yakın olduğu Sofya’ya göçtüler.   Rahat nefes?   Bulgar Kralı III. Boris, Şehzâde’yi belediyede kantarcı yaptı. Böylece vaktiyle tâbi olduğu Sultan Hamid’in oğluna hem iyilik yapmış, hem de aşağılamış oluyordu. Yine de aile, bir miktar nefes alabildi. Şehzâde, imkânsızlıklarına rağmen Sofya’da Bâli Efendi Türbesi’ni yeniletti. Çocuklar, Alman yatılı mektebine yazıldılar. Birisi tıb tahsili için Viyana’ya gitti; küçüğü de Varna’daki kraliyet köşkünde bir memuriyete girdi. Şehzâde, 16 Mart 1944 tarihinde Amerikan tayyarelerinin bir hava hücumu sırasında sığınakta kalp sektesi geçirdi. İzdiham esnasında ezilerek vefat etti. Eski Osmanlı-Alman dostluğu hatırına, Almanya’nın siyasî maksatlarla kullanması endişesine binaen, Şehzâde’nin müttefiklerin istihbaratı tarafından öldürüldüğü de söylenir.     Çocuklar   İkinci zevcesinden olan Mehmed Orhan Efendi, hanedan reisi idi. Nice’te perişan bir hayat yaşayıp vefat etmiş; kimsesizler mezarlığındaki mezarı kaybolmuştur. Doktor olan Necib Ertuğrul Efendi, Salzburg’da vatansız olarak yaşamış; korkudan çocuklarına şehzâde olduğunu ölmeden az evvel söylemiştir. Alâaddin Efendi, sosyalistler zamanında toplama kampına kapatılmıştır. Sofya’da tamircilik yapardı. Şehzâde’nin yegâne kızı Neslişah Sultan 1952’deki af kanunundan sonra İstanbul’a dönmüştür.     “Benim namaz kılmayan oğlum olamaz”   Abdülkâdir Efendi’nin eli çok açıktı. Gelip yardım isteyene, elinde ne varsa verirdi. Hatta bunu bilenler, kendisini istismar ederdi. Kibardı, kimseye ağır bir söz söylediği işitilmemişti. Ancak bir anı bir anına uymazdı. Dünyayı ve etrafını mühimsemezdi. Zararı kendineydi. Sultan Hamid gibi bir babanın oğlu olmak kolay değildir. Babası, hizmetkâr olarak saray âdetince halayık yerine, Avrupaî tarzda gayrimüslim hizmetçi tuttuğu için kendisini ikaz ettiği hâlde, şehzâde dinlememiştir. Bir defasında da, “Benim namaz kılmayan oğlum olamaz” diyerek kendisine sitem etmişti. Kardeşi Ayşe Sultan der ki: “Abdülkâdir Efendi gayet serbest bir insandı. Kabına sığmaz, yerinde duramaz derecede her şeyin aşırısına giderdi. Hayatı boyunca böyle yaşamıştır. Babama karşı daima küskün davranır; sosyalist olduğunu iddia ederdi. Burhaneddin Efendi’yi bizden üstün tutuyor, derdi. Kendisine mahsus acaib fikir ve hareketleri vardı. Babamın hiç istemediği hareketi yapmaktan çekinmez, meselâ fesini yana eğerek giyer; babamdan daima tekdir haberleri alırdı. Babam çok defa Mâbeynci Emin Bey’i göndererek nasihat ederdi.” Meşrutiyet’ten sonra da ele avuca sığmaz hareketleri yüzünden gelip gidenler kesilmiştir. Hatta bu sebeple Sultan Reşad tarafından altı ay ev hapsi ile cezalandırılmıştır. Hânedan tarihinde benzerine rastlanmayan karakterde idi.     Dolandırılan şehzâde   Şehzâde sürgünde iken, Sami Günzberg, Budapeşte’ye giderek, vekâletnâme aldı. Şehzâde’nin sarayın dişçisi olarak tanıdığı için güvendiği Günzberg, Şehzâde’nin itimadından veya gafletinden istifadeyle, “Sattım ve parasını aldım” yazan bir de kâğıt imzalattı. Hemen Feneryolu’ndaki köşkü Mısırlı Prenses İkbal’e sattı; Şehzâde’ye bir kuruş bile göndermedi. Köşkteki antikaları daha evvel çıkarıp iç etmişti. Uzun bir bekleyişten sonra, Şehzâde zamanın reisicumhuruna çektiği telgraf ile vaziyetten dert yandı. Reisicumhur yakın dostu Günzberg’i çağırıp izahat istedi. “Efendim bunlar dejenere insanlar. Sattım, parasını verdim. İşte parayı aldığına dair imzası!” diyerek işin içinden sıyrıldı. Günzberg bununla da kalmadı. Şehzâde’nin Musul petrolleri hissesini de, Amerikan Petrol Şirketi’ne devretti. Buna mukabil 10 sene müddetle şehzâdeye bölük pörçük az bir meblağ gönderdi. Köşk, yeni sahiplerine de uğur getirmedi. Evvela İkbal Hanım, sonra da kızı Atiyye buhran geçirip intihar ettiler. Zamanla ortasından yol geçirilen bahçede apartmanlar yükselmiştir...
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.