Kafadar kızların keyfine diyecek yoktu bugün...

A -
A +

Rengârenk güllerin, zambak ve ıtırların süslediği bahçe, bir çiçek ormanı gibiydi.

 
Kapının vurulmasıyla gayriihtiyari susuldu ve sesin geldiği tarafa bakıldı. Vazifeli hizmetçilerden biri;
- Her şey hazır efendim, dedi. Kripto ayağa kalktı. Anlatılanlardan çok etkilendiğini abartarak;
- Onların kafasını öyle karıştıracağız ki, sahip oldukları değerlerden âdeta utanacaklar. Bir bir kucağımıza düşecekler. Sen merak etme Efendi.
- !!!
Zoraki gülümseyip, nazik ve kibar davranarak kederli ihtiyarı önce hamama uğurladı.
Hurufi, içini boşaltmanın rahatlığıyla kalktı. İşaret edilen hizmetçinin gösterdiği kapıdan çıktı. Beyaz badanalı avludan geçip, başka bir bölmeye girdiler. Burası geniş, mükemmel bir hamamdı. Altın gibi parlayan sarı mis şamdanların üzerindeki mumlar, yüksek buhar içinde daha uçuk yanıyor, etrafı helezonlar oluşturarak aydınlatıyordu. Büyük mermer havuzun iki yanındaki kurnalardan kesintisiz akan su, melodi gibi geliyordu kulaklara.
Uzun bir aralıktan sonra ilk defa hamam yüzü gören Hurufi ihtiyar, talihin ona yeniden güldüğünü düşündü. Önünde nice mutlu günler, haftalar ve ömrü olursa yıllar onu bekliyordu. Bu yeni tanıştığı beyler, konuşulanlar, hayal ettiği âlemin, arzuladığı geleceğin müjdecisi değil miydi?..
           ***
Rengârenk güllerin, zambak, lale, sümbül ve ıtırların süslediği bahçe, mini mini bir çiçek ormanı gibiydi. İnce, uzun dallı iğde ağaçlarının alaca gölgeleri yeşil kadifeden bir örtü gibi uzanan çimenlerin üzerine düşüyor, nefis kokuları metrelerce uzaktan insanı mest ediyordu. Ilık sabah rüzgârlarıyla kendinden geçen kanaryalar, nereden geldiği tam belli olmayan bülbüller kesintisiz şakıyor, çılgın naralarla havayı çınlatıyorlardı. Kendi âlemlerinde gülüşerek şarkı söyleyen, hepsi de birbirinden güzel kızlara eşlik ediyorlardı sanki.
Haftanın belli günlerinde bir araya gelmeyi âdet hâline getiren kafadar kızların keyfine diyecek yoktu bugün.
Her nedense Gülşah, o eski Gülşah değildi. Kendi iç dünyasında dalgın, kaygılı ve suskundu. Dalları yere kadar sarkan meyve ağaçlarını başını eğerek geçti. Koyu yeşil yaprakların arasında henüz açmaya hazırlanan sarı bir gül tomurcuğunu hafifçe okşadı. Sonra koparmak istedi. Kıyamadı. Eğilip kokladı içine çekerek.
Dürdane’nin gözü hep Gülşah’ın üzerindeydi. Garip hâlleri dikkatinden kaçmıyordu.
- Gülşahcığım ne oldu sana? Hasta mısın?
- Yo…
- Ama, ne bileyim bir tuhaf hâlin var. Dalgınsın!..
- O da nereden çıktı?
- Hadi deyiver. Ben senin sırdaşın değil miyim?
- Sırdaşım, canım, yoldaşımsın lakin…
- Lakini falan yok. Gülü dalında koklamak… Koparmaya çalışıp, sonra vazgeçmek… Ne bileyim sevdalılık alameti gibi geldi bana.
- !!!
İki arkadaşın fiskos konuşmasını merak eden diğer kızlar da toplandı başlarına. Biri hemen lafa karıştı;
- Güneş, masmavi gökyüzü, güller, çiçekler, ötüşen kuşlar hep birlikte ne diyor biliyor musunuz kızlar?
Bir başkası cevabı yapıştırıverdi yarı şakayla;
- Hayat, yaşamak, her şeye rağmen çok güzel diyorlar...
- !!! DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.