Kızlar, doru atının üzerinde Doğan’ın geldiğini gördüler!..

A -
A +
"Şunu herkes bilsin. Doğan cihandır. Ben onun kâinatı, o da benim dünyamdır…"
 
 
İş görecek, vatana hizmet edecek yaşta vazifeyi bırakmak... Harpten, dövüşmekten kaçmak... Osmanlıda affedilecek şeylerden değildi. Bu fiilleri yapanı nasıl bir akıbetin beklediğini çok iyi biliyordu. Ya kellesi uçurulacak, ya da memleketine bir daha dönmemek üzere kaçacak izini, adını, sanını kaybettirecekti. Başka üçüncü bir yol yoktu. O zaman da sevgili anacığı, iki gözü iki çeşme evlat hasretiyle ölüp gidecek. Bey babası eş, dost ve Yıldırım Hanımıza karşı bu hıyanetten dolayı utanacak, kimsenin yüzüne bakamayacaktı...
Bunları düşünürken bile gözünü kızların çıkabileceği kapıdan çevirmedi. Kızardığını, terlediğini hissetti. Aldırmadı yine de. “Sonuç ne olursa olsun, akıbet nasıl bitecekse bitsin. Ben Gülşah’ı kaçıracağım. Fakat bunu bîhesapsız, muhakemesiz yapabilsem. Duygularım rahat bırakmıyor beni. Bu kadar zayıf mıyım? Niçin bende ahlâkın temel esasları yok? Niçin daima vurmak, kırmak, kapmak, kaçmak, karşı gelmek, öldürmek, isyan etmek isteyen bir yapıya sahibim Allah’ım?!..” diyerek kendi kendine söylenirken ağlamamak için zorlandı. Zihnini allak bullak eden düşüncelerinden kurtulmak için Aşır’a doğru yürüdü.
          ***
Gülşah, tepeden tırnağa kadar uzanan gök renkli, gül desenli ipek kaftanıyla ayın ondördü gibi görünüyordu. Kendinden emin, sallana sallana kapıdan çıktı. Peşindeki elleri bohçalı, her biri birbirinden alımlı güzeller, gözleri kamaştırıyordu. Bayram günüymüş gibi allı, pullu giyinmiş, süslenmiş Dürdane, Nazlı, Dilara, Perihan, Zehra, Neslihan kuğu gibi süzülürken, Erkara da tasarladığı hamlesini yaptırmak için Aşır’a, eğilmiş, talimatlarını veriyordu heyecanla.
- Bu son şansımız… İstikbalimizi, şerefimizi ancak böyle kurtaracağız. Yoksa… Yoksa hepten silinir gideriz.
- Şu mavili olanı mı demiştiniz?
- Ta kendisi. Onu istiyorum. Ne yap yap, hallet.
Kızlar, kendilerinin dikiz edildiğinden habersiz gülüşerek yürürlerken, uzaktan bir at kişnemesi duyuldu. Manalı manalı birbirlerine baktılar. Dürdane beklemeden Gülşah’ı hedefleyerek laf attı.
- Doğan Bey olmasın?..
- Başka kim cesaret edebilir ki.
- Erkara!
- Kız!.. Gülşah!.. Erkara mı, Kara er mi nedir? Buralarda fazla dolaşır oldu.
Şimdiye kadar gülümsemekle yetinen Gülşah, Erkara ismini duyunca rengi değişti. Kaşlarını çattı. Oldukça asabi bir şekilde;
- Doğan cesurdur. Sakın bir daha söyleme Perihan. Duyarsa Karaların vay hâline.
- Erkara dediğin de bey oğludur Gülşah. Belki de yakında vezir olur.
Burnundan soluyan Gülşah, Perihan’ın sözünü kesti;
- İnşallah rezil olur. Umurumda değil. Şunu herkes bilsin. Doğan cihandır. Ben onun kâinatı, o da benim dünyamdır…
Bu ara çalıların arasında gizlice ilerleyen Erkara ile Aşır, kızların önüne atılmak üzereyken, doru atının üzerinde Doğan’ın geldiğini gördüler!.. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.