Kızıl Köşk’te hareketli bir sabah yaşanmaktaydı...

A -
A +

Herkes erkenden kalkmış, temizlenmiş, giyinmiş, kuşanmış birilerini bekliyordu.

 
Erkara, arkadaşına içini döküyordu:
- Karşılıksız da olsa böyle uzaktan uzağa sırf hayalî bir aşkı duymayanlar ne bahtsız insanlardır değil mi Aşır?
- Hayat acı bir ilaç. Aşk onun içine katılmış hoş kokulu bir parmak bal, derlerdi mâşuklar.
- Vay balsız bu ilacı içmeye kalkanların hâline!..
- !!!
Erkara yokuşu tırmanırken durmadan anlatıyordu. Ne zamandır çaresizlik içinde kıvranıyor olduğunu. Doğan’la birkaç kere burun buruna geldiğini, istikbale yönelik hedeflerinin zorluğunu, bunları gerçekleştirememe korkusunun kendisini nasıl yiyip, bitirdiğini ve acayip bir şekilde de yıprattığını, üşenmeden anlattı.
- İşte bu çaresizlikte Seyyid İbrahim Efendi ve Filozof İhtiyar imdadıma yetişti.
- Ne hoş bir tesadüftü değil mi?
- Hem de nasıl?
- Senin için gelmişler, ta dünyanın öbür ucundan, derken Aşır, eliyle uzakları, ufukları gösterdi.
- Doğru… Onların hoş bir nakarat hâlinde; “Bize gel, bize katıl” iltifatları yalnızlığıma, çaresizliğime derman oldu. Günlerin, saatlerin nasıl geçtiğini anlamadım bile. Yeniden doğmuş gibiyim, dedi heyecanla Erkara. Aşır, arkadaşının aceleciliğine, anlattıklarına gülüyordu içinden.
- Ya biz. Bizim hiçbir faydamız olmadı mı yoksa Bey?..
- Siz elbette ayrısınız. Canım, ciğerim ve sırdaşımsınız. Ben nerede sen de oradasın. Sabahın köründe kapını çalmam vesika olarak yetmez mi?
- !!!
- Dışarı fazla çıkmıyorum. Ya köşk, ya Gülşah’ın gidebileceği yerler. Hâl ve hareketlerimden şüphelenen aileme karşı durmadan yalan üretiyorum.
Aşır, daha bir ezildi, büzüldü. Boynunu büktü bu söylenenler karşısında. Neşeli görünmeye çalıştı. Havayı bozmak istemiyordu.
- Haklısın Erkara Beyim, demekle yetindi. Yürüdüler konuşmadan...
           ***
Kızıl Köşk’te hareketli bir sabah yaşanmaktaydı. Herkes erkenden kalkmış, temizlenmiş, giyinmiş, kuşanmış birilerini bekliyordu.
Dilenciler, kıyafet ve makyajlarını değiştirmişler, bakımlı birer zengin görünümünü almışlardı. Kripto, diğer namı, Seyyid Vâiz İbrahim Efendi, yanına Hurufi ihtiyarı da alarak bir grup ahali ile oturmuş, el, kol hareketleriyle bir şeyler anlatıyordu.
- Beyler, efendiler. Hepimiz büyük bir imtihandayız. Fakat ben bu imtihanın öyle yakında biteceğini sanmıyorum. Sonumuz ne olacak? Ara, sıra Bursa dışına da çıkmalıyız ki görelim olup bitenleri. Maalesef oralardan gelenler de gittikçe hayatın zorlaştığını, çekilmez olduğunu söylüyorlar. Yarının dehşetini hatırlamak, zihnimi alt üst ediyor. Şaşırıyorum. Bakın hele, şimdi de şaşırdım heyecanımdan. Bağışlayın beni. Ne söyleyeceğimi, ne diyeceğimi siz arifler daha iyi biliyorsunuz zaten.
- Ben de efendi hazretlerinin endişelerini anlıyorum. Hayat artık eskisi kadar kolay, külfetsiz yaşanılabilecek gibi değil. Akşam uzun uzadıya düşündüm. Yaşanılır bir yeri kendi ellerimizle yapmamız, gayretimizle edinmemiz lazım. Başkaları getirip önümüze koyacak değiller ya!.. İş, bizlerde, sizlerde bitiyor. Gerisi laf, diyen Hurufi ihtiyar, oradakilerin yüzlerine baktı!.. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.