Sanki kalbi duracaktı dizlerinin feri kesildi...

A -
A +
Doğan bey “Memleketi sahipsiz mi sanıyor bu kefereler?!” diyerek yürüdü…
 
Aralarındaki kır sakallı, zayıf yapılı olan öne bir adım atarak;
- Bursa çok değişti bey. Çook!
- O da nereden çıktı? Ne değişmesi?
Şaşırmış olduğunu anlayınca durdu. Genç delikanlıyı baştan aşağı süzdü. Sonra başını salladı.
- Hey gidi bey hey! Senin haberin yok galiba? Biz buraların sahibiyiz. Evimiz de aha biraz ileride. Son zamanlarda nereden peydahlandı bilmiyoruz. Haşhaşçılar türedi. Gelip bu izbe yerlerde içiyor, uyuyup kalıyorlar. Biz de her sabah sızıp kalmışları toplayıp uzaklaştırıyoruz. Çoluk çocuğumuza bir zarar vermesinler diye.
- Haşhaşçılar!.. Sarhoşlar ha, diye mırıldandı acıyla Doğan Bey. Buz gibi oldu. Sanki birdenbire kalbi duracaktı. Dizlerinin feri kesildi.
Adam deşilmek istiyormuş meğer. Ağzını açtı. Zavallı Müslümanların ne zamandır nasıl tuzaklara düşürüldüğünü, kandırıldığını, alışık olmadıkları laflar işittiklerini, kürsüye çıkmış bir hatip heyecanıyla haykırmaya başladı. Herkesin rahatsız olduğunu, kimsenin bir şey yapamadığını, kimlerin nereden, nasıl beslendiğini, bu pis işlere, tuzaklara nasıl düştüklerini veya düşürüldüğünü, öyle sahipsiz, kötü niyetli, münafıkların elinde oyuncak olduklarını, aç, susuz köpekler gibi uluyarak bu viranelerde dolaşıp sızdıklarını çekinmeden söyledi.
- Eğer müsebbipler, bu hainler, Allahü teâlânın gazabına uğramazlarsa dünyada Müslüman diye bir Allah’ın kulu kalmayacak. Hiçbirini sağ salim bırakmayacaklar, dedi gayri ihtiyari.
- Bu hain dediklerin de kimler?
- Kimler olacak? Urum uşakları, Müslüman görünen dönmeler, münafıklar. Bolluk, zenginlik içinde fakir fukarayı kandıran iblisler!..
Sonra bir an durdu Doğan. Hissettiklerini şimdi daha iyi anlamıştı. İşin peşini bırakmayacaktı. “Memleketi sahipsiz mi sanıyor bu kefereler?!” diyerek yürüdü…
Daha fazla vakit kaybetmeden gördüklerini, duyduklarını vesikalarla yazdı. Uygun bir dille amcasına ve muhterem hocası Emir Sultan hazretlerine anlattı. Onlar da hemen Padişah efendilerine arz etmişler. Diğer beylerden gelen bilgiler de aynı doğrultuda olunca, Sarayda paşaların, beylerin ve ulemanın katılacağı bir istişare toplantısının yapılmasına ferman çıktı.
Doğan Bey, ilk defa seçilmiş zevatla birlikte huzura çağrılmıştı. İki şekilde heyecanlanıyordu. Biri, bu hayırlı teşebbüse sebep olduğundan, diğeri de kendisine duyulan itimattan dolayıydı...
Hadiselere çabuk intikali, hızına kimsenin yetişememesi, pratik zekâ ve kabiliyetinden dolayı Beyazıd Han’a, çok haklı ve isabetli olarak “Yıldırım” lakabı takılmıştı.
“Lakabıyla uyumlu ikinci bir devlet adamı daha gösterilemez. Çok hatıralarımın olduğu büyük hakanın hakkını nasıl ödeyebilirim? Ne zaman saraya gelsem, cömertliği, nazik iltifatları karşısında hep mahcup ayrılırım” diyordu yeğenine Süleyman Çelebi...
Buğulanan gözlerini Doğan Bey’e göstermeden geniş, ferah, aydınlık, sofadan geçtiler. Sarayın yeni tertip, düzen ve intizamı amca ve yeğenin dikkatini çekmiş, âdeta büyülemiş gibiydi. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.