“Herhâlde Beyazıd Han buraya oturacak...”

A -
A +
Doğan Bey, bu kadar bilge kişinin arasında bulunmaktan bütün bütün büzülmüştü. 
  Amca ve yeğen, devlet ileri gelenlerinden birçok kişinin de orada olduğunu müşahede ettiler... Doğan Bey, bu kadar bilge kişinin arasında bulunmaktan bütün bütün büzülmüştü. Sanki yargılanacak bir suçlu gibi önüne bakıyor, utanıyor, sıkılıyor, kızarıyordu. Köşede maun, üzeri sedef kakmayla bezeli ve kırmızı kadife minder ve onu tamamlayan bir yastıkla taht duruyordu. “Herhâlde Sultan Beyazıd Han buraya oturacak” diye geçirdi içinden Doğan Bey. Tahtın hemen sağ yanında cevizden, yanları işlemeli, üzerinde hokka, divit bulunan bir başka masa vardı. İhtiyaç duyulduğunda ferman yazılması içindi. Ulema, ehibba, esnaf, bey ve paşalardan çeşitli insanlar, küçük gruplar hâlinde kendi aralarında koyu bir sohbete dalmıştı. Uzun zaman birbirlerini göremeyen etkili ve yetkililer, bu vesileyle hasretlik gideriyor, istikbale yönelik bilgi alışverişinde bulunuyorlardı. Osmanlıda âdet hâline gelmişti. Sultanlar teşrifatı geciktirerek, bu tabii buluşmaya, sohbete katkıda bulunuyorlardı böylece. Tahtın iki yanında, kılıç ve kalkanlarıyla pehlivan yapılı, kartal bakışlı iki er, vakarla çelikten bir heykel gibi dimdik duruyor, derinlerde bir şey arar gibi gözleriyle etrafı tarıyorlardı. Birkaç adım arkasında, dörder adım aralıklarla iki sancak, bir tuğ sallanıyordu. Salonun taç kapısına yakın, beyaz mermerden yapılmış zarif bir havuz, orta yerinde üç basamaklı fıskiyeden akan su, hiç durmadan ninni söyler gibi şırıldıyor, çevreye ayrı bir güzellik veriyordu. Sultan gelip yerine geçtikten sonra, davetliler de bu havuzun etrafında önceden ayrılmış yerlerini alacak, padişah efendilerini dinleyip, suallerine cevap verecek ve hürmetle ayrılacaklardı huzurdan. Taht ile büyük kemerli kapı arasına kalın keçeden bir yolluk serilmişti. Kocaman kanatlı kapının, iki kapıcı tarafından sessizce açıldığını gören davetliler, konuşmaları kesip, hürmetle başlarını öne eğdiler. Başında mor kadife külah, üzerine üç defa dolanmış beyaz sarığın ucunu iki küreği arasına, iki karış aşağı sarkıtılmıştı. Kara yay kaşları altındaki kara gözleri, orta yeri hafif yüksekçe okka burunu, dört parmak uzunluğunda siyah sakalı, geniş alnı ile oldukça zeki, cesur ve korkusuz biri hissi uyandırıyordu Yıldırım Han. Kenarları ince kürkle çevreli, ince sim işlemeli kaftanı ile daha ihtişamlı görünen Sultan, vakarlı adımlarla tahta doğru yürüdü. - Selamün aleyküm, dedi. Oradakiler edeple selamı aldılar. Sağ yanı başında, koyu yeşil külah üzerine açık yeşil karpuz dilimli kavuğu, badem yeşili cübbesiyle daima mütebbessim, gülen gözlü Emir Sultan hazretleri de yerini aldı. Herkes işini ve nerede ne yapacağını çok iyi biliyordu. Sessizliği Yıldırım Han’ın; - Beri gel, diyerek Doğan Bey’i işaret etmesi bozdu. Emir edeple, seri bir şekilde yerine getirildi. Sultanın işaret ettiği yerde durdu. - Anlat bakalım, dedi Beyazıd Han. Yavaş yavaş net, açık ifadelerle, fasih bir lisanla, bocalamadan, tereddüt geçirmeden gördüklerini, duyduklarını yer ve zaman göstererek, tane tane anlatmaya başladı Doğan Bey. Salonda çıt çıkmıyordu. Zaman zaman Sultanın başını; “Evet… peki…” mânâsında sallamasının dışında hiçbir hareket de olmuyordu. - Doğan Bey’imiz, bazı garip hadiselerden bahsetmektedir. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.