"Yıldırım Han’ın adamları köşe bucak suçlu arıyor"

A -
A +

 

Sadık hizmetçi, duyduğu sesten cesaret alarak bu sahte dilenciyi odaya aldı.

 
Günler haftaları, haftalar ayları, aylar mevsimleri kovaladı. Zaman su misali dur, durak bilmeden akıp gidiyordu. Son zamanlarda Bursa’da en çok konuşulanlar; Seyyid İbrahim Efendi ve onun Horasan erenlerinden olan hocası Fadlullah Efendi’nin halkı irşat etmeleri, bir de muhterem ve mübarek zatların isimlerinin müminlerin tiksindiği, sevmediği, İslâmiyet’in pis, murdar kabul ettiği mahluklara ad olarak konması, meseleleriydi. Saray dâhil her Osmanlı bir vesileyle bu mevzuda fikir yürütüyor, konuşuldukça da yayılıyordu…
          ***
Bursa’da bilmem bu kaçıncı akşamdı. Dilencilerden zayıf olanı bir kayanın üzerine oturmuş, batan güneşi seyrediyor, kendi kendine de söyleniyordu;
- Akşam oldu. Otlaktan koyunlar, sığırlar döndü. Herkes çoluk çocuğunu yanına topladı. Bir ben dışarıdayım ve yalnızım. Ne zamana kadar da süreceğini bilmiyorum, diye söylenirken gökyüzüne baktı. Hava da bir hayli kararmıştı. Yıldızlar çıkmış, bülbüller, yanık sesleriyle bu garipliğine âdeta ağıt yakıyor gibiydi. Dilenci, elinin tersiyle gözlerini ovuşturdu.
- Acaba ne yapsam? Ne etsem ki? diye kıvrandı. Memleketinde olsaydı bu saatlerde hiç dışarıda kalmazdı. Ansızın yanından bir gölge atladı. Bu, her zaman peşine takılan kara, iri köpekti. Ardı sıra baktı. Toprak patika yolda koşarak, ağaçların arasına daldı. “Tavşan mı gördü ne?” diyerek doğruldu. Daha dikkatlice baktı. Karanlık ve ağaçlardan pek ilerisi görünmüyordu. Padişah’ın toplantısından beri kurtulmaya çalıştığı köpek, biraz sonra geri döndü. Ayaklarını koklayıp, yalayarak yanı başına uzandı. Sanki o da yalnızlığın korkunçluğunu hissetmişti. Dilenci, sıkıntısından boğulacağını sandı. Ağır, sökülmez bir hıçkırık göğsünde kabarıyor, gırtlağına tıkanıyordu. Köpek acı acı ulumaya başladı. Kalbi parçalanacakmış gibi oldu. “Hoşt!” diyerek susturdu, ayağa kalktı. Kızıl Köşk’e doğru yürüdü. Biraz sonra yatsı ezanları duyuldu. Hayıflandı elinde olmadan. Öyle şartlanmıştı ki bu sesleri duyunca kızmadan edemiyordu. Bahçe aralığından sessizce girdi. Işık sızan pencereden baktı. Hurufi ihtiyar uzanmış, yatıyordu. Hizmetçilerden biri dilenciyi görünce;
- Kimsin? Ne istiyorsun?
- Benim.
- Ne arıyorsun bu vakit, buralarda?
- Sorma hiç! Canım sıkıldı biraz.
Konuşmaları duyan Hurufi, dışarı seslendi.
- Bırak gelsin.
Sadık hizmetçi, duyduğu sesten cesaret alarak bu sahte dilenciyi odaya aldı. Hurufi, yerden bir karış kadar yüksek bir sedirin üzerine uzanmış keyfine bakıyordu. Bir iskelet sanılacak kadar zayıf görünüyordu. Konuşurken dikkatini çeken karanlık bir mağara gibi ağzındaki tek tük sarı dişleri, kocamış bir aslanı hatırlatıyordu. Sahte dilenci yakınındaki bir mindere çöktü.
- Ne var efendi? dedi yaşlı adam. Yastığın altından çıkardığı bir tomarı ona uzattı.
- Yıldırım Han’ın adamları köşe bucak suçlu arıyor.
- Hiçbir zaman da bulamayacaklar. Sen keyfine ve işine bak şövalyem.
Köpeği de peşin sıra gezdirme.
- Zaten öyle yapıyordum. Bu akşamüstü nereden bulduysa geldi beni yakaladı. Nasıl özlemiş. Ayaklarımı yaladı. Çok hizmet etti doğrusu. Kıyamadım ben de buraya geldim. O da kapının önünde, çıkmamı bekliyor herhâlde. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.