Giden her akıncının ailesi endişelenirdi!..

A -
A +
Elinde olmadan duyduğu bu kederden bir türlü silkinip sıyrılamıyordu Gülşah...
 
Günü müjdeleyen sabahın alacakaranlığında yollara düşen sevgili Doğan’ının ardı sıra hüzün dolu gözlerle bakarken Gülşah, sanki bir daha dönmeyecekmiş gibi kederlendi. Her akıncının seferi ailelerini endişelendirirdi. Gidilecek yerin hep fenalık dolu olduğu, dönememenin de olabileceği düşünülürdü. Elinde olmadan duyduğu bu kederden bir türlü silkinip sıyrılamıyordu. Gece, beybabasından işittikleri aklından hiç çıkmıyordu. Erkara’nın çarpık, iri, iğrenç suratı, dişlek, çirkin hayali sırıtarak gözünün ününe karabasan gibi dikilip kalıyordu. İçinden; “Şimdi ihtimal Doğan Bey’imin gittiğini biliyor, kim bilsin ne fena planlar kuruyordur? Ne yalanlar uyduracak, ne pislikler yapacaktır?” diyordu. Sırdaşı Dürdane’nin sözleri aklına geldi: “O herif, dünyada senin peşini bırakmaz!..”
Ses, kulaklarını doldurarak yankılanırken, fazla dayanamadı içeri kaçtı. Kapının kalın sürgüsünü arkadan ittirdi. “Kavak ağacından nar, çirkef adamdan ar beklenmez” diye söylenerek merdivenleri tırmandı...
           ***
Kırların engin sessizliğini bozan hazin çıngırak çınlamaları, tabiatın muhtelif köşelerinden gelen, koyun, kuzu melemeleri, köpek havlamaları ve inek böğürmeleri fark olunmaz bir uğultunun içinde kayboluyor, ılık bir güz sabahının kızıllığı gittikçe yerini ışıl ışıl güneşe bırakıyordu.
Hayvanlarını önüne katmış beyaz sakallı, güneşte yanmış kara kuru çobana selam verip, toprak yolda tozu dumana katarak gün batısına doğru at koştururken, gittikçe arkada küçülen şirin Bursa, sislerin arasında yavaş yavaş eriyip kayboluyordu.
O, şimdi hep padişah-ı şahanelerinin verdiği emri ve yapacaklarını düşünüyordu. Doru atı ne yapacağını biliyormuşçasına taşıdığı kutsal emaneti incitmeden ne hızını alçaltıyor, ne de yükseltiyordu.
Bilmem kaç gün önce İznik’te yapılan bir toplantının ayak izleri peşindeydi. Bursa’dan saraya yakın ailelerden de insanların olması Sultanı fevkalâde rahatsız etmişti. “İçimizdeki hain kim?” diye haykırmış, iki kaşı arasındaki damarı kabarmıştı hiddetinden. Aklına, zekâsına, bilgi, beceri ve her şeyden önce yüreğine güvendiği gençlerden Doğan’ı tercih etmişti Hakan. “İtimadına layık olmalıyım” dedi kendi duyacağı kadar. Sevincinden uçacak gibiydi. Her şey parayla satın alınabilirdi. İnsanlar kandırılabilir, yanıltılabilirdi. Lakin itimat edilir olmak kolay kolay kazanılmazdı.
Doru at, rahvan yol alırken Doğan Bey, fermanda okuduklarını içinden tekrarlıyordu. Sanki kulaklarında Yıldırım Han’ın sesi yankılanıyordu:
“Bak yiğidim! Evinde toplandıkları kişi, birkaç sene önce bana gelmiş bağlılığını, sadakatini bildirmişti. Sarı, esmer, çarpık burunlu, dişlek, mavi gözlü, çirkin suratlı, iriyarı, kalın sesli, elli beş, altmış yaşlarında kızıl sakallı bir densiz!..” DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.