"Vazife sana verilecek ey bahtiyar kuş!.."

A -
A +
Kafesin yaylı kapısını incitmeden açıp, gözüne kestirdiği güvercinlerden birini yakaladı...
 
 
Sarayın sadıkları beklerken, “Gözden ve dikkatlerden kaçan bir şeyler var mıdır acaba?” kabilinden nâmeyi tekrar okuyup, kontrol etti ve son noktayı koydular. Bu arada da ulak getirildi. Mermer bir sehpanın üzerine yavaşça kondu.
Sarı pirinçten yapılmış süslü bir kafes içinde birkaç tane güvercin, dönerek oynaşıyor, “guuk, guuk” diye ötüşüyorlardı. Tâ sabah kahvaltısından beri bir şey yiyip içmedikleri hâlde, açlıkları akıllarına gelmeyen bu güzide insanların, üzüntü ve kederden renkleri solmuştu. Karşılarında her şeyden habersiz, neşeyle şakıyan bu günahsız, masum hayvanların hâli, saatler sonra onların da tebessüm etmesine sebep oldu.
Emir Sultan, kafesin yaylı kapısını incitmeden açıp, gözüne kestirdiği güvercinlerden birini yakaladı. Hayvan kaçmadan, ürkmeden tam bir teslimiyetle kendini müşfik ellere bırakıverdi. İnce parmaklarıyla başını okşadı. Boynunun altını kaşır gibi yaptı.
- Kâinatın yüzü suyu hürmetine yaratıldığı Resûlullah efendimizin azgın müşriklerden kaçarken gizlendiği mağara ağzında yuva kurup nasıl ki onların şerrinden Resûlullah’ı koruma şerefi senin atalarına verildiyse, yine kâinatın efendisi Sevgili Peygamberimizi tahkir edenlerin yakalanıp hak ettikleri cezaya çarptırılması için de bugün, vazife sana verilecek ey bahtiyar kuş, nasipli hayvan. Kaç Allah’ın kulu yerinde olmaya can atardı. Bu iş nasip işi vesselam, deyip, Evrenos Paşa’ya döndü.
Paşa, önce E’ûzü Besmele çekti. İçinden çeşitli dualar okuyarak nameyi özenle sardı, katladı. Su geçirmez özel kabına koydu. Beyazıd Paşa’ya uzattı. O da her şeyiyle hazırlanmış nameyi güvercinin uçuşuna mâni olmayacak, kolayca düşmeyecek bir şekilde E’ûzü Besmele çekerek hayvana yerleştirdi. Usulüne uygun bağladı.
Emir Sultan, en son okuduğu hatm-i şerifi başta Sevgili Peygamberimize, onun muhterem arkadaşları Cihar-ı yari güzin, Aşere-i mübeşşere, Ehl-i beyti, Ehl-i soffa, bütün Eshâb-ı kirâm efendilerimize, Âdem dedemizden bugüne kadar gelmiş, geçmiş bütün peygamberlere, Silsiley-i aliyye büyüklerine, evliyâ-i kirâm efendilerimize, âlimlere, seyyidlere, şeriflere, şehidlere, gâzilere, Eshâb-ı kehf hazretlerine, bütün Cennet ehli mümin ve müminatın ervahına ayrı ayrı hediye eyledi. Yanık bir kalple dua buyurdu. Oradakiler de aşkla, şevkle; “Âmin!” dediler. Sonra da kapıya çıkıp, “Bismillahi tevekkeltü alellah” deyip, boşluğa bırakıverdiler. Birkaç kanat çırpıntısını buğulu gözlerle takip eden muhterem zevat, hâlâ günün etkisi altındaydı.
Beyazıd Paşa, güvercinin ardından umutlu bir ifadeyle arkadaşlarına döndü baktı.
- Beni, kaygıya düşüren husus şudur ki…
Emir Sultan ve Molla Fenâri başlarıyla tasdik etti. Süleyman Çelebi ezildi, büzüldü. Terlemiş gibi alnını, elinin tersiyle sildi. Beyazıd Paşa’nın ne diyeceğini merakla bekledi.
- Lâzım gelen tedbirleri almakta gecikirsek, durumun vahametini idrak etmiş olmak kâfi gelmeyecektir, korkarım… DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.