"Dış düşmanlar belli, biz içimizdekileri halledelim!"

A -
A +
"Şunu herkes iyi bilsin ki, bu densizleri bekleyen akıbet hâk ile yeksan olmaktır!.."
 
Emir Sultan kaygılı bir ifadeyle söz istedi;
- Beni de asıl korkutan şu idrak meselesidir Paşam… Cemaat içinde, can gözü kapalı nice cahilin aklını çelip gaflete düşürmek kolaydır… Bundan korkarım.
Süleyman Çelebi çok fena olmuştu. Hiç konuşmak istemediği hâlde kendisini zorlayarak müsaade istedi;
- Zaten, bu fitne hareketinin maksadı da bu değil mi?
Yakın arkadaşlarını dinleyen Molla Fenâri, milletin sıhhati, devletin selameti için kısa bir dua ile yetindi;
- Fitneci, katilden fenadır. Cenâb-ı Allah bu felaketten en garip zamanda devletimizi, milletimizi halas eylesin.
Oradakiler bir ağızdan “Âmin!” dedi.
Evrenos Paşa, pencereye yöneldi. Uzaklara baktı. Emin bir ifadeyle;
- Fitnecilerin hevesleri kursaklarında kalacak inşallah!..
- İnşallah efendim. Elebaşı kaçtı ama, geriye kalanlar cemaatin olduğu her yerde, fikir bulandırmaktalar. Gelen haberlere göre her gün…
Gazi Evrenos, hiddetlenmişti. Arap Molla’nın sözünü kesti;
- Muhterem hocam, bilirim, duyarım!.. Lâkin, yedi düvele nam salmış ceddimin hürriyet bayraklarını kimse burçlardan indiremeyecek!.. Şunu herkes iyi bilsin ki, bu densizleri bekleyen akıbet hâk ile yeksan olmaktır!..
- Kâbus denen adam, Osmanlı ile dost geçinir görünse de… Ve hatta, Müslüman olduğunu bile söyler ise de… Aldığımız haberler aksini bildirmektedir…
- Velhasıl, onun maksadını biliriz lâkin… Cemaatimiz içine duhul etmiş casusları kimdir, meçhul?
- Bir içimizde, bir de dışımızda düşmanlar var. Dış düşmanlar belli, biz içimizdeki düşmanı halledelim, tövbe edelim.
- Temennimiz, gayretimiz ve duamız o ki, tez elden o hainler de buluna!..
Evet, bu hadiseye sebep olanlar, fitne, fesatçılar şu veya bu şekilde hak ettikleri cezaya çarptırılacak, ilimle, fenle ve gerekirse kılıçla hadleri bildirilecekti.
Topyekûn devlet, millet el eleydi. Pek kararlı ve azimli olarak.
                        ***
 
              AKINDAN AKINA…
Bursa, tepelerin, kuş konmaz, kervan geçmez dağların arkasında çoktan kalmıştı. Doru atının üzerinde başını kaldırdı. Koyu lacivert derinlikler üzerinde hızla koşuşan gri bulutlara ve boşluklarda bir yanıp, bir sönen, sanki ötelerden kendine göz kırpan yıldızlara baktı Doğan Bey. Kafasında Yıldırım Han’ın fermanı, sütanacığının ve muhterem amcacığı Süleyman Çelebi’nin ve hepsinden de önemlisi hocası Emir Sultan hazretlerinin merhamet dolu duaları ve paşaların güven ifade eden takdir ve teşekkürleri uğulduyor, hiç unutamayacağı Gülşah’ının tebessüm dolu, sevgiyle bakan tertemiz yüzüne çarparak eriyordu.
“Zifiri karanlık çökmeden Karahan’a ulaşmalıyım” dedi içinden. Belki önemli bilgilere bu akşam kavuşacaktı. O bakımdan mühimdi bu gece. “Hava gittikçe bozuluyor muydu ne?” diye düşündü. Tekrar etrafına bakındı. Uzaktan kurt ulumalarına, irili, ufaklı çakal sesleri karışıyor, cırcır böceklerinin kesintisiz ötüşleri, gecenin esrarını daha artırıyor, korkuyla karışık duygular uyandırıyordu insanda... DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.