"Kara kalpli edepsizlerin elebaşını bulup getiresin"

A -
A +
“Doğan Beyim, yiğit akıncım, bilirim yorgunsun fakat iş de çok mühim. Hadi göreyim sizi..."
 
                     KARAHAN
Bir ölü sessizliğinde mışıl mışıl uyurken han odasının penceresinde tıkırtılar duydu. Kuşlar oynaşıyor sandı. Yorganı daha bir üstüne çekerek derin rüyalarından uyanmak istemezcesine yatağına gömüldü Doğan Bey.
“Tık, tak… tık, tak… tık, tak…” Kesintisiz bu sesler, Doğan Bey’in uykularını kaçırmaya yetti, arttı bile. Hızla doğruldu. Tıklamanın geldiği pencereye koştu. Gözlerine inanamadı. Evet yanlış görmüyordu uzaklarda hep kendine name taşıyan ulak, karşısındaydı. Guguklayarak ha bire dönüp duruyordu. Vakit kaybetmeden güneşte kavrulmuş ahşap çerçeveli tek bir cam parçadan oluşan pencereyi açtı. Ulak, aşina olduğu gurbet arkadaşının eline çıkıverdi. Doğan Bey, şefkatle parlak tüylerle kaplı tepeciğine bir öpücük kondurdu. “Hey be vefakâr arkadaşım ne arıyorsun buralarda?” diye söylendi. “Beni kandırmaya mı geldin hey be yaramaz? Hadi söyle! Hadi!..”
Çok hatıraları olan bu güzel hayvancıkla konuşurken ayaklarındaki nameye gözleri takıldı. “Canım sen boşuna onca yolu katetmedin. Anlat sen benim külahıma. Ah, ben o vezirlerin yerinde olsam… Size gık dedirtmem ama! Neyse işte!.. Sizsiz de olmuyor ki…”
Bir taraftan ulağa sözle sataşırken, diğer taraftan da alelacele nameyi çözdü. Heyecanla aldı, okudu. Bir daha, bir daha tekrarladı. Yanlış duymamış, görmemişti. Önemli hadiseler vardı. Vazifesine ilaveler yapılmıştı.
“Doğan Beyim, yiğit akıncım, bilirim yorgunsun fakat iş de çok mühim. Fazla uzaklaşmadan bu kara yüzlü, kara sözlü, kara kalpli edepsizlerin elebaşını bulup getiresin. Hasan ve Ali Beyler de yola çıktı. Hadi göreyim sizi yiğidim. Şimdiye kadar verilen vazifelerin hepsinde muvaffak oldunuz. Bilesin ki bu daha tehlikeli, bir o kadar da mühim. Cenâb-ı Allah yâr ve yardımcınız ola…”
Cümlelerini okurken gözyaşlarına mâni olamadı.
Kendisine yeni görevler yüklenmesinden dolayı Allahü teâlâya hamd etti. “Yâ Rabbi, sevdiklerin hürmetine, hocam Emir Sultan Hazretleri hürmetine beni hainlerden, münafıklardan eyleme. Padişahımızın ve devletimizin itimadına layık eyle. Verilen vazifeyi noksansız yapabilmem için güç, kuvvet, aşk, şevk ve sağlam bir irade ver. Düşmanların hile, desise ve şerlerinden hıfz-u himaye eyle…” diye her zaman yaptığı duasını bir daha yürekten tekrarladı.
Namede yazılanlara dalınca unuttuğu güvercini geldi aklına. “Zaten bütün insanlar hep böyledir. Bak hemen sattım. Onca yolu gece demeden, yağmur ve fırtınaya aldırmadan gel. Şaşkın Doğan unutsun seni. Eee!.. N’apacaksın ki burası dünya!.. Bir tarafta nankörler, diğer tarafta da fedakârlar.”
Hemen kalktı. Dolabında devamlı bulundurduğu ve onun çok sevdiği kuru mısır kırmasından bir avuç önüne koydu. “Mükâfatını verelim. Yoksa başıma kakarsın. Neme lazım arkadaşım.”
Kahvaltısını ve bu günkü yapacağı istirahatini unuttu Doğan Bey. Odasının içinde biraz yürüdü. Döndü durdu. Sonra da aklına bir şeyler gelmiş gibi koşar adımlarla hancının mekânına gitti. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.