"Can gardaşım sen burada bu vakitte ne arıyorsun?"

A -
A +
Hancı, boş lakırtılardan hoşlanmayan genç Osmanlının telaşından dolayı meraklanmıştı.   Burası diğer han odalarına nazaran daha süslüceydi. Pencereleri büyük olduğundan daha bol ışık alıyordu. Duvarlarına, değişik şehir ve kültürlerinden gelen hediyeler, çeşitli eşyalar asılıydı. Bir önceki seferinde getirdiği Bursa işi kılıç da oradaydı. Ona hususi yer ayırmıştı. Giriş kapısının üstünde kocaman bir geyik kafası, olanca tabiiliğiyle, alay ediyor gibi dişlerini sıkmış, sırıtıyor, derin mağara ağzını hatırlatan göz çukurları ise kapkaranlıktı. Ter ve küf karışımı keskin bir koku yüzüne çarptı. Hava sıcak olduğu hâlde hâlâ camlar inikti. Hancı, köşedeki sedire uzanmış, üstünde kül rengi koyun yününden yapılmış bir örtü olan ayaklarını, karşısındaki maun sandığın üzerine dayamıştı. Saçı, sakalı alaca beyaz, yüzü güneş yanığı kırmızımsıydı. Karşısında Doğan Bey’i görünce bir kahkaha patlattı. Uzattığı ayaklarını topladı. - Can gardaşım sen burada, bu vakitte ne arıyorsun be? diye şakayla karışık hayretini gizleyemedi. - Beni kontrole mi geldin yoksa? - Dostum bırak laf atmayı da, işim çok. Hancı, boş lakırtılardan, hareketlerden hiç de hoşlanmayan bu genç Osmanlının telaşından dolayı iyice meraklanmıştı. - Hani sen bugün hep istirahat edecektin? Hayırdır ne oldu? Kötü bir durum mu var? - Hayır!.. Lakin acele gitmem lazım. - Nereye?. Dünyada olmaz. Yorgun argın böyle bırakamam. - !!!….. - Ne var, ne yok? Söyle bakalım. Söylemezsen bir adım atmam şuracıktan. - Hiç! - Nasıl hiç? Siz gençler her şeyin adını “hiç” koydunuz. İşin içinden de kolayca çıkıverdiniz. Ona hiç, buna hiç, hiç de hiç… Hancı, Doğan Bey’in has adamlarındandı. Onu çok sever, her şeyi açıkça konuşur, zaman zaman dertleşirlerdi. Hanın alt katlarından gelen şen şakrak kahkahalara kulak kabarttı Doğan Bey. - Neler oluyor aşağıda ahbap? - Sorma yiğidim!.. Bir grup tüccar mı, şövalye mi ne olduklarını tam anlamadığım insanlar?.. Yeni geldiler. Keyiflerine diyecek yok. Gülüp oynuyorlar. Hatta seni karşımda görünce onlardan rahatsız olduğunu, şikâyet etmeye geldiğini sandım. Hizmetçiler şarap ve et yetiştiremiyor. Sanki kıtlıktan çıkmış gibiler. - Fesübhanallah!.. dedi, sonra da zeytuni, iri gözleriyle hancıyı süzdü. Koyu yeşil gözleri körüklenmiş bir kor gibi parladı. - Ne cüret!.. Burasını, babalarının çiftliği mi sanıyorlar? - Sakin ol yiğidim. Bir hadise çıkmasın diye, ben de ne istiyorlarsa yerine getiriyorum. Ne yapayım, işim bu?.. Doğan Bey, hızla hancıyı ayağa kaldırdı. Koluna girdi. - Haydi atımı görmeye. Dar merdivenlerden inmeye başladılar şakalaşarak. Gittikçe gürültü yükseliyor, insanların taşkın hareketleri görünüyordu. Doğan Bey; “Acayip insanlar!” diye dudaklarını büktü. Canının sıkıldığını hancı da gördü. - Aman aldırma!.. Biraz sonra sızıp kalırlar. Bu gibilerin genci de, ihtiyarı da birdir. Onları çok iyi bilirim. Dünyada bu gibileri kimse benim kadar tanımaz, diyerek yatıştırmaya çalıştı. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.