Saçlarından dolayı herkes ona “Sarıkız” diyordu...

A -
A +
Sarıkız, bulunduğu yerden Doğan Bey’i rahat bir şekilde görebiliyordu. 
 
Sarıkız, hanın karşı köşesinde eğlenen Kripto ve adamlarının önünden geçerken kızıl fırça bıyıklı, sırmalı elbisesinin üzerine demir, çelik zırhlar giymiş iri bir adam, önüne geçti. Uzun zamandır kadın yüzü görmemiş sarhoşun bir rezalet çıkaracağını fark eden Kripto, kolundan tuttuğu gibi geri çekti. Gayet nazik görünerek kızdan özür diledi. Adamını da azarlayarak oturduğu yere götürdü.
İhtiyar Hurufi, haşhaşların sarılı olduğu ruloları bir bir yakıyor, her defasında arkadaşlarına da zorla çektiriyordu. Kafaları iyice dumanlanmış bu insanlara, çoğunu ezberledikleri eski başarılarını anlata anlata bitiremiyordu. Vakit bir hayli uzamıştı. Yol yorgunluğundan, Osmanlı baskını korkusundan biraz uzaklaştıklarını hissetmelerinden mi ne uykuları gelmişti. Kripto dumanların içinden yalpalayarak müsaade istedi, odasına çekildi. Onu gören arkadaşları da tek tek aynı hareketi tekrarladılar.
Bir müddet bu şımarık misafirleri seyreden Sarıkız, onlardan habersiz gizlice han duvarının dibindeki taşlardan uygun olanının eliyle tozunu sildi, oturdu. Bulunduğu yerden Doğan Bey’i rahat bir şekilde görebiliyordu. Başını yukarı kaldırdı. Sarı lüle lüle saçları omuzlarından aşağı altın sırmalar gibi dökülüverdi. Alnından arkaya doğru gözlerinin rengini tamamlayan mavi ipek bir bantla başını sıkıca bağlamıştı. Sırtında fırfırlı, beyaz zemin üzerine küçük mavi çiçek desenli elbise, ona daha çocuksu bir hava veriyordu. Narin ayaklarını, koyun yününden örülmüş kendinden desenli çoraplarla örten güzel kız, daha önce başladığı örgüsüyle meşgul olmaya başladı. Saçlarının renginden olsa gerek herkes ona, “Sarıkız” diyordu.
Hancı, kahvaltısını tamamlamış, atı hazırlatmak için ahırlara gitmişti. Doğan Bey ise kendi hâlinde yemeğini yemekteydi. Kafasından bir sürü yapacaklarını geçirirken, masasına sokulan birinin gölgesi üzerine düştü. Ehemmiyet vermeden, hiçbir şey yokmuş gibi ekmeğinden bir lokma kesti bal ve bir miktar da kaymak koyarak ısırdı. Davetsiz misafir, yılışkan ve şımarık tavırlarla masadaki kayık tabakta duran meyveler içinden bir üzüm salkımını aldı… Sırıtarak, çakır keyif, küstah, tepeden bakan bir edayla;
- Mahzuru yoktur değil mi?!..
Bir cevap veya tepki beklemeden de üzüm tanelerini ağzına atmaya başladı. Doğan Bey sakin, olgun bir tavırla…
- Yoktur, afiyet olsun, dedi. Tabaktan bir elma alırken doğruldu.
- Bu da benim ikramım… diyerek elmayı avucunda tutup, diğer eliyle üstten kavanoz kapağı açar gibi bir hareketle çevirdi. Ortadan ikiye ayırdı. Yarısını gelene verip, diğer yarısını yiyerek üst kat merdivenlere doğru yöneldi…
Adam çok şaşırmıştı… Tabaktan bir elma da o aldı. Avucunda tutup aynı hareketi yaparak sıktı, çevirdi. “Olamaz!..” diyerek, Doğan Bey’in arkasından kendi kendine şaşkınca mırıldandı.
- Yahu nasıl kopardı bunu?!..
Doğan Bey, başı önde merdivenlerden çıkarken Sarıkız, ona edalı ve hoş bir ifadeyle hayran hayran bakıyordu... DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.