Şakalaşmanın hedefinde her nedense hep Gülşah vardı!

A -
A +
Kızlar, köşkten hasır, kilim ne bulduysa getirip ağaçların gölgelediği geniş boşluğa serdi...
 
Olaylı Cumâ gününden sonra ilk defa bir araya gelen kızlar için bugün çok mühimdi. Herkes noksansız toplanmıştı. Kimler yoktu ki; Dilruba, Perihan, Esma, Nezaket, Dilara, Rüveyda, Şeyda, Şeyma, Betül, Reyhana, Fehime Nazlı, Zeynep, Nefise, Elif, Neslihan, Zehra ve diğerleri...
Çeşmenin suyu, bahçenin bir köşesinde gölet oluşturmuştu. Tabii bir göl görünümünde olan bu su birikintisinin, zümrüt gölgeleri içinde açmış nilüferler, insanı büyülüyordu âdeta...
Kızlar, köşkten hasır, kilim ne bulduysa getirip ağaçların gölgelediği geniş boşluğa serdi, yan gelip uzanmadan ilk önce aralarında iş bölümü yaptılar. Dürdane, birkaç arkadaşını da yanına alıp yemek yapacak, Gülşah helva kavuracak, Perihan ve birkaç kız meyve toplayacak, Dilara ile arkadaşları sofra kuracak, Nezaket ve bazı kızlar ise ortalığı toplayacaktı.
Serin bir rüzgâr, sonbaharın fısıltısını çoğaltarak esiyor, üstlerinde yeşil desenli bir çadır gibi açılan ağaç dallarını titretiyordu. Bursa’nın bu şirin, temiz, rengârenk bahçesi bugün daha bir renklenmiş, canlanmıştı.
Bir taraftan herkes üzerine düşen vazifeyi yaparken, diğer taraftan akıncıların küffar üzerine yapmış oldukları, çoğu destan olmuş baskınlarını anlatıyor, kahramanlarla bazen bir cenkte cengâver, bazen yaralarını saran âşık oluyor, hayal âlemlerinde gönüllerince uçup, gidiyorlardı.
Hepsi de, Osman Gazi’nin, Bizans tekfurlarıyla yaptığı cenklerin menkıbelerini dinleyerek büyümüştü. Yine de tekrar etmekten büyük bir zevk alıyorlardı. İnegöl baskınını anlatan Dürdane, birden durdu. Muziplik olsun diye;
- Yarın, Akıncı Doğan Bey’in menakıbını duyarsak hiç şaşmam.
- Eksik söyledin Dilara.
- Gülşah ve Doğan Bey olmalıydı.
- Kerem ile Aslı gibi mi yani?
Sonu gelmez şakalaşmanın hedefinde her nedense Gülşah vardı. Ona sataşmadan edemiyorlardı. Tuzak kuruyorlar. Saçını, başını çekiyor, çekiştiriyorlar. Gülüşüp duruyorlardı.
Köşkün iki kanatlı cümle kapısı açıldı. Kızlar konuşmaları, gülüşmeleri kesip o tarafa baktı. Evin küçükleri, boylarından büyük kova ve maşrapalarla çıktılar. Hanım ana misafirleri için ayran hazırlamıştı. Dürdane ve bir arkadaşı koşup ellerinden aldı, geldiler. Perihan ileri atıldı;
- Saki benim. Herkes otursun, dedi. Ayranı, maşrapaları alıp doldurdu. Dolaşarak kızlara tek tek sunmaya başladı. Gülşah’ın önüne gelince durdu. İlla ona takılmak, bir oyun yapmak istiyordu. Taşıdığı kovanın yanına bağdaş kurdu. Doldurduğu maşrapayı göğsüne sıkıştırdı. İri elâ gözleriyle arkadaşına baktı, durdu. Ne veriyor, ne de konuşuyordu.
- Vermezsen verme! O kadar da müptelası değilim, dedi Gülşah gülümseyerek. Başını çevirdi, ters istikamete.
- Doğan’ın nerede olduğunu de, vereyim!..
- Hangi er, devlet sırrını nikâhlısına dedi ki ben diyeyim? Bilmem ki…
- Sen ne uyanıksın! Hiç bilmez misin? Evinizin önünde vedalaşırken görmeyen mi kaldı?
- Üzerime fazla gelme!
- O zaman al! deyip, elindeki maşrapayı tepesinden aşağı dökmek istedi. Ani bir hareketle maşrapayı havada yakaladı. Ayran, ortalığa ve oturan kızların üzerine saçıldı. Ok gibi fırlayıp kaçtı Gülşah. O kovaladı. Bütün kızlar bu koşuşturmaya bakıp gülüyor, eğleniyorlardı.  DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.