Yıldırım Han, işi kavi tutuyor ve sık sık divanı topluyordu

A -
A +
Padişah, iri şahin gözlerini kırptı. “Kendi kazdıkları kuyuda boğulacaklar” diyerek divana yöneldi...
 
Büyücü Lolo, Bursa’ya birkaç defa inmiş, onu gören çoluk, çocuk; “Öcü!.. Öcü geliyor!” demiş kaçışmıştı.
O da zamanında fukara bir kızcağızdan tiksinerek iteklemiş yanan ocağa düşürmüştü. Çocuk, bağıra bağıra can çekişirken, bir şey yapmamış, kurtarmamıştı. Şimdi de kimseler ona acımıyordu. “Etme bulma dünyası…”
Üstü başı pislikten görünmüyordu. Yürüyen çöplük gibiydi âdeta. “Saraydan çöplüğe düşen başka biri daha var mıdır acaba?” dedi.
Buraların insanı, yemesi, içmesi, havası, suyu örfü âdeti velhasıl her şeyi ona yabancıydı. Lakin başka rahat edebileceği bir yer de yoktu. Hele haramî Rum çetelerinden, Yahudi tüccarlardan nefret ediyordu. Dağa kaldırıldığı günler aklına gelince bayılacakmış gibi oldu.
Böyle, gençliğini, güzelliğini, itibarlı günlerini, kaçırılışını ve bitmeyen azap dolu yılları düşünerek ne kadar zaman geçti bilemedi. Kalbindeki şiddetli soğuğa inat, yazmış gibi dolaşıyordu. Ocaklardan birini daha tutuşturdu. Alevler yükseldikçe, yanan ateşler çoğaldıkça kendini daha bir güvende hissediyordu Lolo.
Pencere gibi yaptığı bir oyuğa oturdu. “Benim gibi meyus, daüssıla hasreti olan başka biri var mı?” diye söylendi. İnsanlar ne tuhaf. Buraya gelen Rum, Yahudi, Osmanlı kim olursa olsun hep aynı ruha sahipler” diyerek konuştu durdu kendi kendine. Yoksa geceler nasıl bitecekti? Zaten farklı olanlar da gelmezdi ki… 
                       ***
 
             SEFERBERLİK
 
Yeni geçmiş bir "Kâbus" günü ve gecesinden kalma korkunç rüyaları andıran parça parça sisler, birbirine karışmış kafaların üzerinden yavaş yavaş çekilmeye yüz tutmuş, etraf daha berrak, anlaşılır görünmeye başlamıştı.
Anadolu ve Avrupa’nın fatihi Yıldırım Han, beklemediği bir zamanda içten vurulmanın sancılarını yaşıyordu. Koyu kırmızı, etrafı beyaz kürklü kaftanı parıl parıldı. Karpuz dilimli fıstıki kalpağı üzerine sarılı beyaz tülbentten sarığının ucu omuzlarının üzerine dökülmüş, ne yapacağını önceden planlamanın rahatlığı içinde, mermer kafesli geniş cumbadan divandakilere baktı. “Derin sohbete dalmışlar. Biraz daha oyalanayım” dedi. Bahçeye bakan büyük cumbaya geçti.
Geniş, bakımlı bahçe, tenhaydı. Komşu duvarlarının üstünden aşan güz çiçekleriyle süslenmiş sık dallar, kara ve kızıl taş kaldırımlara, ince tül gölgelerini yaymışlardı. Saçaklarda, kiremitler arasındaki yuvalarında, padişahın ızdırabını duymayan mesut serçeler, sanki başka bir bayramın neşesini yaşıyorlarmış gibi cıvıldıyor, uçuşuyor, sevinçlerinden, neşelerinden kaplarına sığmıyorlardı.
Padişah, iri şahin gözlerini kırptı. Delillerinden emin olan sade insanlara mahsus bir kanaatle; “Kendi kazdıkları kuyuda boğulacaklar” diye söylenerek divana yöneldi.
Malum cumadan sonra hep; “Av peşinde gezerken, gafil avlandım” diyen Sultan Yıldırım, işi kavi tutuyor, sık sık devletin ileri gelenleriyle bir araya geliyordu. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.