Mağara girişinde Üryan Eşkıya’nın sesi duyuldu!

A -
A +
Doğan Bey, saman, arpa karıştırılmış bir torbayı atının başına geçirdi. 
 
Emir Sultan hazretleri, Ümmet-i Muhammed’in yetmiş üç fırkaya ayrılacağını, insanoğlunu helake götüren iç ve dış düşmanlarını, ilim tahsil etmenin lüzum ve ehemmiyetini, birlik ve beraberliğin önemini, yardımlaşmayı ve birbirimizi sevmeyi, devlete, padişaha sadık tebaa olmayı, her türlü kalp hastalıklarını ve kurtulma çarelerini açık, anlaşılır bir lisanla anlattı. Âyet-i kerime ve hadîs-i şeriflerden misaller verdi.
Arap Molla, uzun bir salevat okudu, Molla Fenari ağlayarak bir dua yaptı. Cemaat, gözyaşları içinde “âmin” dediler.
Beyazıd Paşa’nın dışında, bütün ulema, söz birliği etmişçesine Hurufi ihtiyarın yaptıklarına değinmedi. O mevzuda herhangi bir imada bulunmadı. Her cuma namazında olduğu gibi bütün müminlere gülsuyu döküldü, lokum ikram edildi...
               ***
Doğan Bey, saman, arpa karıştırılmış bir torbayı atının başına geçirdi. Üzerindeki eyeri, içi dolu heybeyi aldı, mağara çıkıntılarından birine koydu. İkinci katmış gibi görünen yüksekçe yere çıktı. Bir iki adamın rahat yatıp istirahat edebileceği hususi bir bölmeye benziyordu. “Burası çok güzel” dedi kendi kendine. Hızla indi. Mağara kapısı etrafından Üryan Eşkıya’nın topladığı otlardan aldı. Tespit ettiği kata çıkardı. İki döşek yaptı. Eliyle yokladı. Pek de fena olmadığına inandırdı kendini. Daha kalınca ve iyi olanını arkadaşına ayırdı. Kendisi için düşündüğünün üzerine uzandı.
“Fani bedenim belki bu kaya kovukları arasında, ot yığınları içinde, böceklerle sarmaş dolaş yatıyor, ızdırap çekiyor gibi görünse de, fakat ruhum ebediyen huzurlu, ebediyen rahat içinde kalacak.
Evet, ne büyük bir saadet içindeyim Allah’ım. Azgın nefsimin, akıl almaz istekleri peşinde koşmaktan alıkoyan, bir mübarek meşguliyetim var. Şükürler olsun Rabbim! Elhamdülillah!” deyip hâline şükürler ederken mağara girişinde Üryan Eşkıya’nın sesi duyuldu;
- Yemekler hazır yiğidim.
- Geliyorum, dedi. Çok neşelenmişti Doğan Bey. Mağara çıkışına gelince durdu. Bir elini kayaya yaslayarak gökyüzüne, bol alevler çıkararak yanan köşedeki ateşe, çürümüş kütükleri taşıyan yol arkadaşına, kırk, elli kulaç aşağıda gümüş gibi parlayarak, şırıl şırıl akan ırmağa baktı.
Ayın on beşi her tarafı, sarı, mor sislerle dolduruyordu. Kara bir post gibi önündeki gölgesine, basa basa Üryan’a doğru yürürken, Kamer tayın kişnemesi üzerine döndü. Yularını çözdü. Koluna alıp, nehre doğru indi.
Kuru arpa yemesinden ve uzun yol katetmesinden dolayı susamış olan hayvan, sahibini sürüklercesine ırmağa daldı. Kana kana içti. Başını kaldırdı, kişnedi. Sanki diğer yol arkadaşını çağırıyor gibiydi. Uzaktan Doğan Bey’i takip eden Üryan Eşkıya da atını suya getirdi.
- Önce arkadaşlarımızın karnı doysun.
- Sonra da bizim.
- Onların ağzı var, dili yok. Bir konuşabilseler kim bilir neler anlatacaklar? Neler söyleyecekler insanlar hakkında, dedi Doğan Bey... DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.