Kızcağız çok korkmuş, ne söylediğini bilmiyordu!..

A -
A +
"Lütfen bir yere gitmeyin! Ben ne yaparım bu kadar cesedin arasında!"
 
Korkudan tir tir titreyen kızın, kendilerine doğru telaşla geldiğini görünce konuşmalarını kesti, beklediler. Kız, telaşla yalvarıyordu,
- Durun! Ne olursunuz?
- !!!
Oldukları yere çakılıp kalmış bu yiğitlere, ağzından gayriihtiyari çıkan; “durun” kelimesi, kendisini bile şaşırtmıştı. “İnsan can derdine düşünce ne söylediğinin farkında olmuyor!..” diye söylenerek kurtarıcılarına doğru düşe kalka yürüdü.
- !!!
- Lütfen bir yere gitmeyin! Ben ne yaparım bu kadar cesedin arasında!
- Kardeş, telaşlanma! Bak, buradayız.
Merakla yaklaşmasını beklediler. Kız, canını borçlu olduğu bu yiğitlerin yanına gelince Doğan Bey’in ellerinden tutup, öpmeye başladı. Gözlerinden sicim gibi yaşlar akıyordu. Hâline bakarak, her ikisi de müteessir olmuştu. Biraz heyecanı geçince sordular;
- Rahat olun hanımefendi. Sizi yalnız bırakacak değiliz ya.
- Ne bileyim? Korkumdan ne söylediğimi bile bilemiyorum!..
- Adın ne?
- Maria.
- Nereden gelip, nereye gidersin?
- !!!
Kız soruyu sanki hiç duymamıştı. Gözleri büyümüş, rengi solmuş olarak derinlerde bir yere bakıyordu.
Meğer eşkıya başı İvan, adamlarının geciktiğini görünce güvendiği iki elemanını yanına alıp, hadisenin geçtiği mekâna gelmiş. Bir müddet kayalar arkasından olup bitenleri seyretmiş. Her biri bir orduya bedel adamlarının, bir tıfıl karşısında yer ile yeksan olmasına ise kahretmiş, sinirlenmiş, hırsından deliye dönmüştü.
“Olacak şey değil. Bir duyulursa benim de, çetemin de sonu olur. Hiç vakit kaybetmeden burada canlı adına ne varsa ölmeli. Yoksa Dragon çetesi biter” diyordu içinden.
Kızıl İvan, ay ışığında açıkça görebildiği yırtık elbiseli, kırmızı kuşaklı, uzun boylu, beyaz tenli, kadının arkasında duran, saçları rüzgârda savrulan genç adamı süzdü. Bu harabeye dönmüş, kan ve cesetlerin ortasında bir Grek heykeli gibi duruyordu dik ve pürüzsüz. “Ne yaptıysa bu yaptı!..” Onu yanına alabilseydi keşke. Gücüne güç katabilirdi. Ama bu isteğini ona nasıl anlatacaktı ki? Sadık ve her biri bir şövalye olan adamlarının cesetleri yerde yatarken… “Yok!.. Yok!.. Olmaz böyle şey!..” deyip başını sağa sola salladı.
Doğan Bey ve yanındakilerin rahat hareketlerini görünce de, bunu fırsat bilip, okunu sadağından çekti ve itinayla yayına yerleştirdi.
Yüzü eşkıyalara dönük olduğundan, karanlıkta oynaşmaları fark eden Maria, avazı çıktığı kadar bağırdı.
- Dikkat ediiin!!!.
Oldukları yerde, birer post gibi kendilerini kayaların dibine attılar. Vınlayıp, akan oklardan biri Maria’nın baldırına saplandı. Acıyla gözlerini sıktı, kıvrandı. Yerini belli etmemek, canları pahasına kendine yardım eden bu mert insanları daha büyük tehlikelere atmamak için, gık bile demeden ayağından akan kana baktı.
Doğan Bey, ağaçların ve kayaların arasından süzülerek eşkıyalara yaklaşmaya çalışıyorken, Üryan Eşkıya da kalpağını çıkarıp bir sopanın ucuna taktı. Uzaktan görülebilecek kadar yukarı kaldırdı. Anında üç ok kalpağı delip geçti. Maksat hasıl olmuş, eşkıyaların dikkati bu tarafa çekilmişti. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.