"Canımı da, namusumu da size borçluyum yiğidim!.."

A -
A +
Kızıl İvan, ağzından kanlar akarak, dibinden kesilmiş çam gibi, hışırtılarla yere düştü.
 
Doğan Bey, gecenin karanlığında kolay gizlenerek, iyice yaklaştığı köşeden bir hamle yaptı. Eşkıyalardan birini kıskıvrak yakaladı. Gürültüye dönen diğer eşkıya, kılıcıyla şiddetli bir darbe indirirken Doğan Bey, tuttuğu adamı kalkan gibi yukarı kaldırdı. Olanca hızla inen kılıç, kendi arkadaşını ikiye böldü. Fışkıran kanlar Doğan Bey’i de boyamıştı. Alaca karanlıkta, yaralının kim olduğu tam ayırt edilemiyordu. Maria, Doğan’ı tepeden tırnağa kanlar içinde görünce gözlerinden süzülen yaşlara mâni olamadı.
Yanındaki son adamları da göz açıp, kapayıncaya kadar öldürülünce Kızıl İvan’ın aklına, kaçmak geldi. Ağaçların arasından tazı gibi koşmaya başladı. Kamasını çıkaran Doğan Bey, olanca gücüyle ardı sıra savurdu. Adam, daha gizlenemeden sırtına saplandı. Ağzından kanlar akarak, dibinden kesilmiş çam gibi, hışırtılarla yere düştü.
Nefesini tutmuş, olup bitenleri takip eden Maria, gördükleriyle rahatladı. Gözleri ışıl ışıl parladı. Artık bacağındaki oku falan düşünecek hâlde değildi. Üstünü başını toplayıp, doğrulmak istedi. Fakat yaralı ayağı buna izin vermedi.
Doğan Bey, bir şahin hassasiyetiyle etrafına göz gezdirdi. Tehlike kalmadığından emin olunca da Maria’nın yanına geldi. Akan kanları elinin tersiyle iterek, incitmeden, sarsmadan, yavaşça kucağına aldı. Maria, tozpembe hayallerle gözünü kapadı.
Biraz ileride, rüzgârdan korunabilecekleri kuytu yerdeki ağaç dibine kadar taşıdı. Yine kibarca indirdi. Alelacele çevredeki otlardan yastık yaptı, başının ve kanayan ayağının altına yerleştirdi.
Doğan Bey, elinde olmadan sıkılıyordu. Döndü, arkasına baktı. Yol arkadaşı kucağında bir şeyler getiriyordu. Önündeki ağaca yaslanmış olan Maria’ya gülümsedi. Ayak ucuna çömeldi. Elini sürmeye çekiniyordu. Üryan gelene kadar böyle kararsız kaldı.
Maria, acısını belli etmeden tam bir teslimiyet içinde bekliyor, hayranlıkla Doğan Bey’i seyrediyordu. Başını iki elinin arasına aldı. Sökülmeyen bir hıçkırık boğazına tıkanıyor, nefes alamayacak gibi oluyordu. Gözyaşları sanki kurumuştu. Üryan, kucağındakileri yavaşça yanı başına koydu. Neden sonra;
- Bizim kaldığımız yere götürelim. Orası daha güvenli ve rahat. Ne dersin?
- Yapacağım başka şey yok! İnsafınıza kalmışım!
- !!!
- Hadi arkadaşım kalk!
Üryan Eşkıya, derin bir uykudan uyanır gibi doğruldu. İhtiyaç duyulabileceğini düşünerek taze ağaç dallarından yapmış olduğu sedyeyi getirmişti. Açtı, düzelti. Hepsinin üzerinde ağır bir tevekkülün izleri vardı. Ayağını işaret ederek sükûneti Maria bozdu;
- Bileğim kırıldı herhâlde…
Doğan Bey, kalktı, ayak bileğini yakından inceledi;
- Korkacak bir şey yok!
Üryan, uzun gömleğinin ucundan tutup, kenarından yırttı. Doğan Bey’e uzattı. Sevgiyle başını salladı. Bir şey demeden bezi aldı. Ayağı sağlam bir şekilde sardı.
- Bu, ağrını biraz dindirecektir… Korkulacak bir şey kalmadı.
- Canımı da, namusumu da size borçluyum. Sağ olasın yiğidim… Siz yetişmeseydiniz çok fena olacaktım çook!.. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.