"Bunları vakit kaybetmeden Maria’ya teslim edelim..."

A -
A +
"Biraz istirahat et. Hava da aydınlanır o zamana kadar. Sonra da yola çıkarız."
 
Doğan Bey diyordu ki;
- Üryan, ne bunlar? Şeker sandığı değil herhâlde?
- Sahipsiz kalmıştı. Ne yapayım? Her hâlinden değerli şeyler olabileceğini düşündüm. Sizin yorulmamanız için de ne var, ne yok topladım getirdim.
- Çok iyi etmişsin. Vakit kaybetmeden Maria’ya teslim edelim.
- Hemen şimdi mi?
- Hemen şimdi. Az da olsa üzülmesin. Ümitsizliğe kapılması bizim için utanılacak şey olur.
- Sen bir tanesin yiğidim. İşte aramızdaki farklardan biri daha.
- Bu yürek sende oldukça Üryan, hiç korkmam. Sen de akıbetinden endişe etme.
Maria, sanki duyduklarının tılsımı gidecek diye gözünü açamıyor, yüreği küt küt çarparak merakla dinliyordu. Konuşmalar uzadıkça kendi için ne iyilikler düşünüldüğünü anlıyor, şüpheciliğinden de nefret ediyordu. Bu güzel insanlara bile tam güvenememesinden dolayı kahırlanarak gerisin geri, yerine koştu. Artık acı da, sızı da duymuyordu. Dünyada böyle insanlar da var deselerdi asla inanamazdı. Oysa şimdi kulaklarıyla duymuştu. Karşılıksız iyilik, yardım, işte buna derlerdi.
Üryan, sedyeyi bıraktıktan sonra durmamış, kızın atını, eşyalarını ve diğer öldürülenlerden geriye ne varsa toplamış getirmişti.
Maria’ya ait olduklarını sandıkları sandık, heybe ve torbaları yanı başına getirip koydular.
- Biraz istirahat et. Hava da aydınlanır o zamana kadar. Sonra da yola çıkarız.
Kız, yanındaki heybenin ağzını açtı. Değerli taşlar, mücevherler çıkardı, Doğan’a uzattı.
- Bana yaptığın iyiliğin karşılığını ödemek isterim… İstediğin kadar al yiğidim.
Doğan Bey lafını kesti. Eliyle nazikçe itti.
- Sen üzülme yeter…
- !!!
Doğan, ardına bakmadan istirahat edeceği köşesine çekildi.
“Yiğit delikanlı seni hiç, ama hiç unutmayacağım” dedi… Maria, yorgun gözlerle peşinden bakarken…
            ***
Süleyman Çelebi, yine bu gece derin ızdırap içinde kıvranıyordu. Matlube Hanım baş ucundan ayrılmıyor, onun için dualar ediyordu. Bugün, Beyazıd Paşa’nın gönderdiği doktor gelmiş, uzun uzadıya muayene etmişti. Doktor çıkarken;
- Çelebi’nin asabı bozuk. Onu sıkıntılara düşüren sebep ortadan kalkmadıkça da rahatlayamayacak, demişti. Hâlbuki Matlube Hanım bunu biliyordu. Hiçbir şeyinin olmadığından, sıhhatinden, aklının başında olduğundan şüphesi yoktu.
Yatağında gözlerini bir noktaya dikti. Bir mevta sessizliğinde hayallerine dalıp gitti. Aklına neler gelmiyordu ki? Boşa koyuyor dolmuyor, doluya koyuyor almıyordu. Nereden gelmişse gelmiş, karabasan gibi mutluluklarının üzerine bir cuma vakti çöreklenivermişti bu kör olasıca… Ne ileri gidiyor, ne de geri. İnat etmişti. Bu aileyi bitirmeye kararlıydı sanki. Birbirine benzeyen içinden çıkılması zor düşünceler kadar insanı bitiren bir azap olamazdı. “Acaba Doğan’ım ne âlemde?” diye söylenirken, ağırlaşan göz kapaklarına mâni olamadı.
Süleyman Çelebi, yanına uzanmış refikasından habersiz yatağının içinde döndü durdu... DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.