Doğan Bey’in emrini yerine getirecekti...

A -
A +
Çekirge Ali, yıldırımla vurulmuş gibi, at koşturuyordu dağdan, tepeden...   Daha fazla ileri gitmeden devlet ve millete sadakat göstermenin zamanı gelmişti… diye düşünerek atını kırbaçladı Erkara. - Deeh!.. - Çatlayacak, zavallı beyim! - At sahibine göre kişner. Sen meraklanma Pala! Deh! Deeeh! - Deeh!..             *** Çekirge, yıldırımla vurulmuş gibi içi kan ağlayarak, at koşturuyordu dağdan, tepeden. Alev alev yanan yüreği küt küt çarpıyor, elleri, ayakları uyuşuyordu telaşından. Tez Bursa’ya varacak, Doğan Bey’inin emrini yerine getirecekti. Çok kısa zamanda Bursa istikametine götürecek yolu buldu. Önünden geçtiği evlerin köpekleri, önce çitlerin üzerine çıkarak gelen atlıya havlıyor, yanından geçtikten sonra da bir müddet peşlerinden koşarak atı parçalayacakmış gibi ortalığı velveleye veriyordu. Bazen köpekler, grup hâlinde bu merasimi vazifeleriymiş gibi tekrarlayıp duruyordu. Çekirge Ali, etrafında cereyan eden bu tabii oluşumdan habersiz atını mahmuzladı durdu. Sahibinin ne yapmak istediğini çok iyi anlayan hayvan, ha bire koşuyor, koşuyordu. Zamanla yarışır gibi uçarcasına yol alırken, karanlık da bastırdı. Rüzgârda külleri savrulan kor gibi, atının ayakları da taşlara çarparak kıvılcımlar çıkartıyor, zaman zaman çalılar, dikenler elbiselerini, elini, ayağını çiziyor, yırtıyordu. Saatlerce koşturma, atı da sürücüsünü de iyice yormuştu. Bu meşgale ve hedefe kilitlenme, Ali Bey’in acısını bir nebze olsun unutturur gibi oldu. Neden sonra başını kaldırdı. Ufukları taradı. “Sabah vakti girmiş. Biraz dinlensin hayvancağız. Ben de ihtiyaçlarımı gidereyim” dedi. Şırıl şırıl akan mini bir şelalenin yakınında durdu, indi. Atını bir ağaca bağladı. Hazır yemi torbasını başına geçirdi. Kalın bir örtüyü üzerine örttü. Aşırı terlemiş atın rüzgâr ve hareketsizlikten hasta olmaması için basit bir tedbirdi bu yaptığı. Soğuk suyla abdest aldı. Zaten uykusu gelmemişti. Olan da gitti. Ne yorgunluk ne de başka bir şey kaldı. Ufuk hattının beyazlaşmasına ve yıldızlara bakarak kıbleyi tayin etti. Davudî bir sesle yüreği yanık, hüzünlü bir ezân okudu. Sesin ahenginden mi ne? değişik dere, tepe ve inlerden kurtlar, çakallar da, bu yakarışa iştirak eder gibi uzun uzadıya uluyup durdular. Yuvalarından henüz çıkan kuşların cıvıltıları ve hafif sabah rüzgârı vadiyi dalga dalga doldururken Çekirge Ali, gözlerinin yaşına hâkim olamıyordu. “Ah! Yiğit Doğan Beyim ah!” diye inledi. Gittikçe dağların üstü morlaşıyor, yıldızlar kayboluyordu. Uzaktan yolun geçtiği yerler de fark edilmeye başlamıştı artık. Kül rengi bir sis, dere kenarında, gölgeden bir duvar hâlinde yabani meyve ağaçlarından, çalılardan, çamlardan çıkan, alevi olmayan bir duman gibi gittikçe yamaçları ve dağların tepelerini sarıyordu. Çekirge Ali, zaruret kadar istirahatten sonra fazla durmadı. Bir an evvel Bursa’ya kavuşmak istiyordu. İnce derelerden toplanan sular gittikçe çoğalıyor, çay oluyordu. Durgun bir gölü andıran ırmaktan düşünmeden geçti. Atı da, kendi de epey ıslanmıştı. “Olsun ıslansın. Doğan Beyime kurban olsun!” dedi içinden. Uzaktan horoz ötüşleri, köpek havlamaları gelmeye başladı. Yakında bir köy var herhâlde” diye geçirdi içinden. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.