Hiddetinden burun kanatları kalkıp, iniyordu Kâbus'un...

A -
A +
"Onları şimdilik öldürmedim amma, ölümden daha beter edeceğim. Acı üstüne acı çekecekler!"
 
Şatodaki olanları ve Doğan Bey’in yaralanmasını unutamıyor son isteklerini hatırladıkça istemeyerek gözleri yaşla doluyordu. “Hey koca yiğit hey! Sen bu hâllere düşecek adam mıydın?! Of, of!” diye hayıflandı. Başını salladı. Yumruklarını sıktı.
Diğer arkadaşları Hasan Bey ve kaçıracakları adamlar, ani bir baskınla hiçbir şey yapamadan yakalanıp, Boğa zindana, diğerleri de odalarına götürülmüştü.
Plan, milan kalmamıştı ortalıkta. Nefsinin peşinde koşan azgın, ihtiraslı biri yüzünden neler oluyordu?
Heyhat! Yanında ne Doğan Bey gibi delikanlı, temiz, çalışkan, fedakâr, gerçek dost, ne kötülüklere, kötülere kızıp dağa çıkan, zalimlere başkaldıran eşkıya Üryan ve ne de bir oturuşta bütün kuzuyu mideye indirebilen, can yoldaşı, pırıl pırıl insan Hasan Bey kalmıştı.
Artık, ne çok sevdiği atından, ne de şimşek gibi çakıp geçtiği tabii güzelliklerden zevk alıyordu o. Oysa bir gün önce hayat ne tatlıydı. Her taraf ne güzeldi.
Suların şırıl şırıl akışına, kuşların cıvıldaşarak şakıyışına, gözünün alabildiğine uzayıp giden yeşilin yüzlerce tonunun ahenkli uyumuna, tepelerin, dağların art arda sıralanışının ihtişamına hayran hayran bakan, mânâ içinden mânâ çıkaran adam gitmiş, duygusuz, hissiz ölü gibi biri gelmişti. Tabii güzelliklere, ihtişama aldıracak, heyecanlanacak hâli kalmamıştı. Tek bir şeye kilitlenmiş koşuyor, koşturuyordu.
            ***
- Onları şimdilik öldürmedim amma, ölümden daha beter edeceğim. Acı üstüne acı çektirecek, doğduğuna, hele hele buralara, benim sarayıma girmelerine bin pişman edeceğim. Elimi ayaklarımı öpecek ve sonra da halkın gözü önünde kazığa vurduracağım bağırta bağırta, diyordu hırsından yüzü kızarmış Kâbus. Kızı Maria ve bir grup saraylı kadın bu açıklamalardan üzüntülü görünüyordu. Maria söz istedi.
- Kripto gibi azizin, kendi evimizde öldürülmesinin cezası öyle ağır olmalı ki bir daha kimse böyle şeytanlığa kalkışmamalı pederim.
- Bunun ne demek olduğunu, ne mânâya geldiğini halkımız çok iyi biliyor.
- Bu hainler kim? diye sordu Helen.
- Kim olacak Osmanlı. Başımızın belası, istikbalimizin korkulu rüyası. Bu alçağı ve destek verenleri öldürmeden bu dünyadan ayrılmayacağım.
- Şatonun altı, şövalye cesedinden geçilmiyor.
- Bunların hepsini bir kişi mi yaptı?
- Ne bir kişisi, ordu, ordu!.. Kaçanları da er geç yakalayıp çarmıha gerdireceğim!..
- Yedi başlı, dokuz canlı ejderha gibi ülkemizi sarmış, kanımızı, iliğimizi emiyorlar desenize efendimiz.
- Onlardan bir tane öldürmek Kudüs’ü fethetmekten daha mühim ve daha sevap, diyen Kâbus, hiddetinden burun kanatları kalkıp, iniyor mavi gözleri fıldır fıldır dönüyordu sinsice.
Gizli emelleri olan, Osmanlıyı içten çökertmek isteyen Şövalye Kâbus, adamı Kripto’yu başarılarından dolayı önce mükafatlandırdı. Kadın, para, içki ve sınırsız mülk verdi. Sonra da kendini gölgede bırakacağını, itibarını azaltacağını düşünerek boğdurttu. Bunu da Osmanlı’nın yaptırdığını söyledi. Her yerde ve her ortamda da çekinmeden, sıkılmadan, utanmadan söyletti. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.