"Yapma Gülşah! Şakanın sırası mı şimdi!.."

A -
A +
Kızlar birbirlerine bakıştı. “Ne yapalım?” mânâsında. Sonra da kapıya doğru yürüdüler.
 
Gür, kumral saçları omuzlarına dökülmüş, suçlu bir masum gibi derinlere daldı Gülşah. Kafesin arkasından boşluğa baktı. Beylerin, paşaların konaklarının bulunduğu sokaktan hâlâ gelip geçen yoktu.
Bahçe duvarlarından aşan sarmaşıklar taş kaldırımlara yayılmıştı. Duvar oyuklarında, kiremitler arasında Gülşah’ın acısını duymayan şen serçeler, sanki bayrammış gibi cıvıldıyorlar, sevinçlerinden oradan, oraya uçuşup duruyorlardı. Kendi âlemine dalmış, kuşlarla söyleşen Gülşah, arkadaşı Perihan’ı gördü biriyle. Hemen toparlandı. Dirseklerini pencerenin kenarına dayadı. Seslendi.
- Perihan! Kız Perihan!
- !!!
Sabahın mahmurluğunu atamadan sokağa çıkan kızlar, biraz şaşkın sesin geldiği tarafa baktılar. Perihan siyah, ince kaşlarını kaldırarak kafese doğru;
- Ne o Gülşah? Hayırdır!
- İşiniz yoksa biraz gelir misiniz?
Kızlar birbirlerine bakıştı. “Ne yapalım?” mânâsında. Sonra da kapıya doğru yürüdüler.
 
Perihan ile Gülşah çocukluk arkadaşıydı. Aynı kafada, aynı şeylerden zevk alan, aynı şeylere kızan bir yapıları vardı. Babaları da ahbaptı. Seferlerdeki destanlaşan hatıralarını bilmeyen yoktu. Sırt sırta birbirlerine çok destek olmuşlar, düşman kovalamış, Osmanlı sancağını nice burçlara dikmişler, kaç defa ölümlerden dönmüşlerdi. Şimdi de sarayda omuz omuza Padişah efendilerine hizmet ediyor, bilgi, görgü ve tecrübelerini yeni nesillere aktarmanın derdindeydiler.
Perihan Gülşah’ın dağınıklığını görünce küçük dilini yutar gibi oldu. Hiç böyle görmemişti.
- Bu ne hâl kız? diye söylendi. Gülşah da onun sabah erkenden bezenip, düzenip evden çıkışına şaşırıyordu.
- Ne olacak sıkıntı! Dert! Tasa!
- Yapma Gülşah! Şakanın sırası mı? Sana yakışmıyor bunlar!
Kızların hâlâ olup bitenlerden haberi olmadığını anlayınca, Doğan Bey’in başına gelenleri anlattı. Haber yeni gelmişti. Henüz şehirde herkes duymamış olabilirdi. Perihan ve Dilara donup kaldılar. Ne diyeceklerini, ne yapacaklarını şaşırdılar. İki deli âşığın birbirlerini ne kadar çok sevdiğini biliyorlardı. Şimdi ne yapacaklardı? Ne deseler de gönlünü almış olsalar, sıkıntısını giderebilselerdi? Bir zaman yorum yapmadan kaldılar. Ne ileri, ne de geri gidebiliyorlardı. Müsaade isteyecekler arkadaşlarını yalnız bırakmaya kıyamıyorlardı. Kalacaklar, bir şeyler konuşamıyorlardı. “Gel de işin içinden çık, çıkabilirsen” diye mırıldandı Perihan.
Dilara, gözlerini etrafa gezdirdi. Sıvaları dökülmüş duvardaki izleri gördü.
- Bunlar da ne? Ne bu odanın hâli?
- Sorma ahretliğim. Erkara pisliği bir gece taşladı. Camları kırdı. Paşa babama duyurmadan gizlice her şeyi hâllettim. Lakin duvar öylece kaldı. Anacığıma yalan uydurup duruyorum. O da sormaktan bıkmış olacak ki peşini bıraktı.
- Hay Allah!..  diyen Dilara, çaresizliğini de kelimelerle söylemiş oluyordu. Oysa kendinden emin, şık giyinen, ölçülü, bakımlı bir bey kızıydı. Kumral, düzgün yüzünde yüksek bir asaletin ve seviyeli bir gururun izleri okunurdu. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.