Büyücü korkuyla geriledi bir şey diyecekti diyemedi

A -
A +
"Endişe edecek olan ben değil sensin!.. Başaramazsan ölürsün demiştim!.. Ben sözümün eriyimdir!.."
 
 
                AH LOLO
Büyücü, işiyle meşgulken geriden gelen Erkara, öfkesini bastırırcasına öyle bir kahkaha patlattı ki gök gürültüsü gibi kayalarda yankılandı. Yarı yarıya sağır olan büyücü Lolo bile bu şiddetli ses karşısında irkildi. Elindeki kepçesini düşürdü. Az daha kaynayan kazana düşecekti. Döndü, dik dik Erkara’ya baktı.
- Sen ha!..
- Ben ya!..
-!!!
- Sana ne demiştim ha? Konuşsana büyücü bozması!..
-!!!
Büyücü korkuyla geriledi. Bir şey diyecekti diyemedi, yutkundu.
Zayıf, çarpık ayakları dolaştı, sendeledi, sırtüstü yere düşecekken Erkara lime lime olmuş kaftanının kolundan tutarak yukarı kaldırdı. Avını parçalamaya hazır bir sırtlan gibi üzerine dikildi. Dişlerini sıkarak haykırdı.
- Ulan sahtekâr!.. Bunak kocakarı, beni kandırdın!.. Gözümün içine baka baka yalan söyledin.
- !!!
- Ne Gülşah'ın bana yâr olmaya niyeti var! Ne de Akıncı Doğan'ın ölmeye!..
- Hiddetlenmeyin beyzadem!.. Siz endişe etmeyin, ben...
Erkara, lafını kesti.
- Endişe edecek olan ben değil sensin!.. Başaramazsan ölürsün demiştim!.. Ben sözümün eriyimdir!..
Cümlesini bitirmeden belinden çektiği kamasını büyücüye sapladı. Bir daha… Bir daha. Zaten zayıf, fersiz, oldukça da ihtiyar olan Lolo, sendeledi, titredi, boş bir çuval gibi olduğu yere yığıldı.
Erkara, muzaffer bir komutan edasıyla etrafına bakındı. Uzakta ve yakında kimsecikler görünmüyordu. Canlı varlığa dair en ufak bir işaret de yoktu ortalıkta. Kara, isli kazanların altındaki ateşleri hâlâ yanıyor, küf kokusuna karışan koyu gri dumanlar, helezonlar çizerek göğe yükseliyordu. Söndürmek istedi. Vazgeçti. “Nasıl olsa odunlar bitince kendiliğinden söner” diye söylendi.
Sık ağaçların arasından kasvetli ve soluk bir aydınlık giriyor, tarifsiz bir acıyla birlikte içini üşütüyordu. Çalılarda içinde ne olduğunu bilmediği sepetler asılı. Köşelerde ağır, ceviz ağacından yapılmış etrafı demir çemberli yayıklar, duruyordu. “Şüphesiz bunların içinde altın, gümüş ve mücevherler var” dedi. Evirdi, çevirdi açmaya çalıştı. Sonra da vazgeçti uğraşmaktan. Yerde oraya, buraya serpiştirilmiş irili, ufaklı birçok kap dikkatini çekti. Bazıları bakır, birkaçı seramik, taş ve ağaç oyması olanlar da azımsanmayacak kadardı. Dip, köşeyi biraz daha karıştırdı. Aradığını bulamayınca da balgam karışımı koca bir tükürüğü üzerlerine fırlattı. Hırsla uzaklaştı homurdanarak.
- Pis cadı!..
                ***
Süleyman Çelebi, Doğan Bey’in esir edilmesi hadisesine üzülmüştü elbette. Biricik yeğeninin Allahü teâlânın inayetiyle oralardan kurtulup, eli boş gelmeyeceğinden emindi. Zaten Emir Hazretleri de o işareti vermemiş miydi? Lakin asıl onu yiyip bitiren dert başkaydı. Kafasını toparlayıp, düşündüklerini kâğıda dökememek onu kahrediyordu. İyice süzülmüş, bir deri, bir kemik kalmıştı. Yorulup yatağına uzansa acayip rüyalar görüyor, karabasanlarla aklı başından gidiyordu. Bu yüzden yatak, yorgan yatamaz oldu. İyice bitkinleşince bir köşeye veya bazen elinde olmadan bulunduğu yere yığılıp kalıyordu... DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.