“Tam yaşanılacak yer! Lakin Gülşah’ı eksik!”

A -
A +
Köşkün arka kısmındaki küçük meyveliğe vahşi bir sessizlik hâkimdi.   Efendilerini gören hizmetçi koşarak geldi. Bahçe kapısını açtı. - Buyurun beyzadelerim! diyerek içeri aldı. Konağa doğru yürüdüler. Bahçe yeni tanzim edildiğinden henüz dikkati çekmiyordu. Köşkün arka kısmındaki küçük meyveliğe vahşi bir sessizlik hâkimdi. Bekçi içeri girmedi. Kapıda kaldı. Süslemelere hiç diyecek yoktu. Alt kat tamamen mermerden inşa edilmişti. Sarnıç, hamam, kuyu, ahır, kümes yerli yerindeydi. “Tam yaşanılacak yer! Lakin Gülşah’ı eksik!” diye söylenerek üst kata yöneldiler. Erkara, Kripto’nun verdiği altınlarla yaptırdığı bu saray yavrusu evin ferah üst katında, birbirinden güzel üç Frenk kızı tarafından karşılandı. Üç ayrı odada, birbirinden zengin üç masa donatılmıştı. Neler yoktu ki? Çeşitli meyve, kızartılmış kuzu... Kızlar, her zaman yaptıkları gibi hemen içki dolu iki maşrapayı getirip, efendilerine verdi, sonra da sazlarını alıp, çaldılar, söyledi ve raks ettiler. Keyfi yerinde olmayan Erkara, etrafındakilere aldırış etmeden arkadaşına endişelerini anlattı. Nefisleri galeyana getiren lirik melodilerin altında epey dertleştiler. Kendilerine şüpheyle bakıldığını, Doğan’ın esaretten kurtarılması için Beyazıd Paşa’ya gittiğini, görüşmesinin ertelendiğini, ne pahasına olursa olsun gönüllü vazife almanın lüzum ve ehemmiyetini, Gülşah’ı bir gölge gibi takip eden genç delikanlının kim olabileceğini, Kripto ve adamlarıyla irtibatlarını nasıl, ne şekilde devam ettirebileceklerini konuştu, çareler aradı, planlar yaptılar. Bilhassa Doğan Bey’i kurtarma ekibini kendilerinin kurması kaçınılmazdı. Böylece hem izlerini daha iyi kaybedecek, şüpheleri giderecek. Hem de Doğan ellerinde olacak, ne gerekiyorsa onu rahatlıkla yapabileceklerdi. Doğan Bey bir kurtulursa nerede, nasıl duracağını kimse kestiremezdi. Bunu düşünmek bile ölümden beterdi. “Öyle bir şey olacaksa intihar etseler daha iyi olurdu” diyor, korkularını gizleyemiyorlardı. Erkara, kalktı Hurufi’den kalma büyükçe bir torbayı dolaptan çıkardı. Kızlardan biri sazını bırakarak koştu. - Beyim, hizmeti bize bırakın. - Teşekkür ederim. Siz işinize, biz de işimize devam edelim şimdilik, dedi. Kızlar, vazifeleri gereği çalıyor, gülüp oynuyorlardı. İki kafadar, haşhaş tozlarını çıkartırken; - Hey gidi günler hey! Hurufi nerelerde kaldı? Şimdiden özledim. Neydi o günler Aşır? - Kıymetini bilemedik herhâlde beyim. - Kaçırdık elimizden. - Kızıl Köşk’ün ve dahi Yıldırım Han’ın hediye ettiği konağın, önünden geçemiyorum. O günler aklıma geliyor ümitsizliğe kapılıyorum elimde olmadan. - Aah!.. Ahh!.. diye o mesut günleri yâd ediyorlardı ki bir solukta merdivenleri tırmanan Palabıyık içeri girdi. - Beyim!.. Beyim!.. Erkara ve Aşır, daldıkları âleminden sıyrılıp, sese döndüler. Pala, iyice yakınlarına sokuldu. Konuşarak oturdu. - İstediğin malumatları topladım beyim. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.