Maria, o gecenin bütün dehşetini bir daha yaşadı

A -
A +
O güzel insan olmasaydı kendi de olmayacaktı. Karşılığında ise hiçbir şey beklememişti.
 
Maria’nın âdeta dili tutulmuştu. Şaştı, dondu kaldı öylece. Neden sonra aklı başına geldi. “tüh” diye yalancıktan tükürür gibi yaptı ve öfkeyle gerisingeri çıktı. Yüzünü, bakışlarını zindancılara göstermeden koşarcasına geldiği yollardan, koridorlardan, tünellerden geçerek odasına vardı. İpek yatakların üzerine attı kendini. Hüngür, hüngür ağlamaya başladı.
Zindancı, Maria’nın bu acayip hâllerine bir mânâ veremediyse de bir müddet peşinden koştu, merakla takip etti. Kavuşamadı. Maria’nın odasına girdiğini görünce olduğu yerde biraz daha oyalandı, bekledi.
Sonra da mutat işlerini yapmak için geri döndü.
Maria, ne yapacağını bilemeden odasında kıvrandı durdu. O gecenin bütün dehşetini bir daha yaşadı. Ölümün kıyısından nasıl döndüğünü düşündü. Her şey olanca canlılığıyla gözünün önündeydi.
Babasının çok güvendiği iki adamı, Dragon Çetesi tarafından yanı başında hunharca parçalanmıştı. Kendisini ne gibi akıl almaz işkenceler bekliyordu ki imdadına biraz önce zindanda gördüğü adam yetişti. Canını tehlikeye atmış, namusunu, altın ve mücevherlerini, her şeyini kurtarmıştı.
O güzel insan olmasaydı kendi de olmayacaktı. Karşılığında ise hiçbir şey beklememişti.
Babasının sadık adamlarından kaç tanesi bile her fırsatta taciz ediyor, endamlı görünüp, mânâlı bakıyorlardı. Zindanı gezdiren de onlardan biri değil miydi? Biraz yüz verse sırtına binerlerdi. “Adını öğrenmeye imkân bulamadığım o yakışıklı genç, demek bir Osmanlıymış ha!” dedi içinden. Onun içine düşürüldüğü bu durumuna asla lakayt kalamayacağını, canının, parasının ve namusunun kurtarıcısına olan borcunu ödeme zamanının ve sırasının kendine geldiğini düşündü. Bu fırsatı mutlaka değerlendireceğine yemin etti.
Kalktı, üstünü, başını düzeltti. Ayağındaki yaranın sargısını yeniledi. Vakit kaybetmeden de hemen pederine çıktı.
Şatonun en üst katında birkaç kadınla şarap içiyor, Osmanlı beyinin nasıl kazığa vurduracağını ballandırarak anlatıyordu. Maria’yı karşısında görünce, konuşmasını yarıda bıraktı, kızına baktı.
- Hayırdır Prensesim! Telaşlı hâlin var.
- Sorma be aziz pederim! Malumunuz, zindancıbaşıyla bu sabah esirleri teftiş ettim.
- Sana da o yakışırdı Maria. Ben de saray işlerini çok küçük yaşta öğrenmiştim. Önce merak, sonra vazife olduğunu anlıyor insan.
- Doğrudur pederim. Her şey yolunda gördüm. Lakin bir terslikle karşılaştığımı itiraf etmeliyim.
Hususi konuşulacağını anlayan kadınlar, nazikçe Kâbus’u selamlayarak geri geri çekilip, odayı terk ettiler. Maria, babasının boynuna sarıldı, alnına bir öpücük kondurdu. Kâbus, kızını şefkatle tuttu, yanındaki koltuklardan birine oturmasını sağladı.
- Hayırdır! De hele neymiş o ters olan şeyimiz?
- Efendimiz! Bütün insanların önünde hak ettiği ağır cezayı vereceğiniz adam öyle bir hâlde ki, bir iki güne kalmaz mevta olur. Siz, o zaman halkın huzuruna kimi, ne diye çıkaracaksınız? Kusura bakmayın ama; “Yedi başlı, dokuz canlı Osmanlı, durduğu yerde ölmüş mü!” diyeceksiniz yoksa? Böyle şey olmaz aziz pederim.
- Böyle şey olmazmış ha? Hay aptal kızım hay! diyerek, odayı çınlatan bir kahkaha patlattı Kâbus:
- Osmanlı canavarlara acımak ha! diyerek, ayağa kalktı. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.