Doğan Bey, yavaş yavaş kendine geliyordu...

A -
A +
Hayatını borçlu olduğu bu yiğit delikanlı, kahpe bir tuzağa kurban gidiyordu.
 
Üryan Eşkıya, doğru dürüst tahsil hayatı olmamış, yalınayak, başıkabak bir fukara iken haksızlığa, adaletsizliğe boyun eğmemiş, ezilmemiş, bükülmemiş, tek başına baş edemeyeceğini anlayınca da soluğu dağlarda almıştı. Yıllarca zalimlerin korkulu rüyası olmuş bu insan, Doğan Bey’le karşılaşınca ölümün eşiğinden dönmüş, yeniden doğmuştu. Kendi için bu dönemin önemi çok mühimdi. Kelimeler yetmez, ne yapsa da duygularını, hissiyatını tam ve doğru olarak anlatamazdı. Bu dönüşümün mimarı, mümtaz insan için, canı başta olmak üzere, her şeyini vermeye hazırdı. Onun için yapmayacağı iş yoktu. Gerekirse bu şatoyu içindekilerle birlikte yakıp kül edecekti. Ya Doğan Bey’i zalimlerin elinden kurtaracak, ya da bu uğurda ölecekti. Başka üçüncü bir yol yoktu.
Talihsizlik mi, yoksa başka bir şey mi demek lazımdı? Hayatını borçlu olduğu bu yiğit delikanlı, kahpe bir tuzağa kurban gidiyordu. İşte buna bir türlü rıza gösteremiyor, çok acı geliyordu.
Güzel insan Boğa Hasan Bey’in ileri görüş ve cesareti sayesinde kolları bağlanmış, kaçırılacak adamların içine konmuştu. Baskın sonrası kimse, kimseyi tanımadığından, içinde bulunduğu grupla misafirler odasına alınmış ve serbest bırakılmıştı. O da vakit kaybetmeden dışarı çıkmış, eski mağarasında sakladığı altın ve mücevherlerden bir miktar alıp gelmiş, şatoda kritik insanlara vererek ahbaplık kurmuştu. Şimdi o, şatonun en ücra köşelerine, en mahrem yerlerine rahatlıkla girip çıkıyordu. Maria ile karşılaşmak hesapta yoktu. Allahü teâlânın bir lütfu oldu. Maria ayrılırken, Doğan Bey’in esir edildiği odanın sorumluluğunu, bakımını ona vereceğini fısıldamıştı. Daha ne istiyordu ki Allah’tan?
Sevinç karışımı bir tedirginlik yaşıyordu elinde olmadan. Yirmi beş yaşından beri vatan bellediği mağarasında yaşar, kaya tepelerinde, ağaç dallarında pusu kurar, av avlardı. Gözünün kestirmediği kalabalıklara görünmez, gücünün yetmediği, boyundan büyük işlere kalkışmazdı. Şimdiyse tanışmakla müşerref olduğu bir yiğit için bütün prensiplerinden, alışkanlıklarından vazgeçiyordu. “Ne güzel gayem, ne güzel bir derdim var”  diyerek yürüdü…
            ***
Kaç gündür plan üzerine plan kuruyordu Maria. Pembe, mor bulutlar içinde kalmış şato, sanki olabileceklerden gizlenmek istiyor gibiydi.
Genç ve güzel Maria, artık beyaz mermerden yapılmış Eros heykelciklerinin ağzından sular akan havuzlu, duvarları azizlerin mozaikleriyle kaplı, maun oyma, ipek kadife döşemeli, şirin odasını gözü görmüyor, neşeli zamanlarında yaptığı gibi kızları, soylu delikanlıları, şövalyeleri başına toplayıp müzik, dans etmiyordu. Varı da yoğu da bir can borçlu olduğu adama, bir an evvel borcunu ödemekti.
Babasından izin aldıktan sonra, zindancıbaşının kendine olan meylinden de istifade eden Maria, apar topar Doğan Bey’i ve arkadaşını aydınlık, ferah bir odaya taşıttı. Doktor gönderip yaralarını sardırdı. Üç öğün en temiz aşçıların hazırladıkları, taze yiyeceklerden ikram etmeye başladı.
Doğan Bey, yeni temiz, bakımlı yerinde gittikçe iyileşiyor, yavaş yavaş kendine geliyordu... DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.