"Konuş hadi! Dilini mi yuttun uyuz karga?.."

A -
A +
Üzerine hamle yapacakken Erkara, Aşır ve Palabıyık’ın kılıç tutan bileklerine aynı anda üç ok saplandı. 
 
Ocak üzerindeki etten yanık kokuları yükselmeye başladı. Atmaca Nuri, ne yapması gerektiğine karar veremezken üç ok vınlayarak, âdeta siperlendiği yerde geniş bol esvabını toprağa diker gibi saplandı. Hafif doğrulmak istedi. Kurtulamadı. Tekrar bir hamle daha yaparken Erkara, Aşır ve Palabıyık tepesinde bitiverdi. “Eyvah! Erkara yine sen ha!” diye mırıldandı kendi kendine. Fakat bir türlü yaklaşamıyorlardı Atmaca’ya. Erkara kılıcını çekti,
- Doğan’ın uşağı ne oldu?
- !!!
- Konuş hadi! Dilini mi yuttun uyuz karga?
- !!!
Üzerine hamle yapacakken Erkara, Aşır ve Palabıyık’ın kılıç tutan bileklerine aynı anda üç ok saplandı. Okların geldiği kayanın tepesinde, canı gibi sevdiği Doğan Bey’i ve arkadaşlarını görünce Atmaca, avazı çıktığı kadar;
- Yiğit Doğaaanım! Aslaaanlarııım! diye haykırdı.
Ses, vâdide dalga dalga yankılandı.
              ***
Erkara, Kâbus’un şatosunda Doğan’ı öldürmek niyetiyle okunu fırlatmıştı. Hasım bellediği adamın yerlerde kıvrandığını ve yakalandığını görünce de rahat bir nefes almış. “Bu yarayla öte dünyaya varmasa en azından zindanlara atılacak, sonu yine ölüm olacaktır!” demişti o gece.
Maalesef evdeki hesaplar tutmamıştı. Ne olur, ne olmaz diye esir olduğu yerden kaçabileceğinin ihtimalini düşünerek, Beyazıd Paşa’nın, Atmaca Nuri Bey’in emirliğinde kurduğu ekibe katılmak istemiş, sonra da vazgeçip, gizli hareket etmişti. Şimdiye kadar da her şeyi hissiyatı doğrultusunda yapmamış mıydı? Kafadarları da destekleyince Atmaca ve arkadaşlarını arkadan takip etmeye başladı. Maksadı, Doğan Bey’i yakalanmışken öldürtmek, ne pahasına olursa olsun hedeflerine ulaşmaktı.
Her şey olurdu da işte bu olmazdı. Ne edip, ne etmiş, nasıl kaçabilmişti bu Doğan Bey denilen adam? Gözlerine inanamıyordu. Bu hakikat karşısında yapacağı hiçbir şey yoktu. Bütün pislikleri de saklanamayacak şekilde ortaya çıkmıştı. Bundan sonra onu ölüm temizlerdi. Sarsıldı. Yıkılmak üzereyken son gayret ayakta kalmayı başardı. “Delikanlı gibi yaşayamadım, bari erkekçe öleyim!” dedi içinden. Terden ve utancından tunç kesilmişti.
Kalbinin küt küt atışını yanındakilerin duyacağından korktu. Temiz bir mabede girmiş, küfürbaz, kâfir heyecanıyla adım atsa, sanki etrafındaki bu insanlar, kükremiş birer aslan gibi üzerine atılacak, anında paramparça edeceklerdi. Koluna saplı okun acısını falan duyduğu yoktu. Şu an, içinde bulunduğu durum, bin ok darbesinden daha beterdi. Çünkü bütün ümitlerini, hayallerini, istikbalini ve diğer bir ifadeyle savaşını kaybetmişti.
Ani çıkan rüzgâr, ıslık çalarak kurumuş ot, kök ve yaprakları savurdu. Ağaçları salladı. Midesi kabardı, kusacak gibi oldu. Sanki herkes, kurtlar, kuşlar, ağaçlar, rüzgâr, toz, toprak hep bir olmuş onu boğacaklar gibi geldi.
Esrarlı, belirsiz, uyuşturan ve içini yakan bir ateşin damarlarına yayılır gibi olduğunu sandı. Beyninde sonu olmayan, dipsiz, kapkaranlık bir kubbenin derin aksini işitiyor gibiyken, Doğan Bey’in;
- Onlar bizim hatalı davranan, yanlış karar veren, kötü niyetlilerin elinde kalan mert, delikanlı karındaşlarımız!.. Hemen yaralarını tımar edelim. Sonra konuşuruz, dedi... DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.