"Susuz kalsam yanan çöllerde can versem elem duymam..."

A -
A +
Sevgili Peygamberimizin muhabbetiyle yanmış, kavrulmuştu Çelebi. Gözü başka bir şey görmüyordu...
 
 
Artık eskisi gibi hikmetli konuşacak ve yazacaktı Süleyman Çelebi.
 
Server-i âlem sana âşık olup da yanarım,
Her nerede olsam, o güzel cemâlin ararım.
 
Yanan kalbe devâsın sen, bulunmaz bir şifâsın sen,
Muazzam bir sehâsın sen, dilersen reh-nümâsın sen,
Habîb-i Kibriyâsın sen, Muhammed Mustafâ’sın sen,
Cemâlinle ferahlandır ki, yandım yâ Resûlallah!
 
Susuz kalsam yanan çöllerde can versem elem duymam,
Yanardağlar yanar bağrımda, ummanlarda nem duymam,
Alevler yağsa göklerden ve ben masseylesem duymam,
Cemâlinle ferahlandır ki, yandım yâ Resûlallah!
 
Sevgili Peygamberimizin muhabbetiyle tutuşmuş, yanmış, kavrulmuştu. Gözü başka bir şey görmüyor, kulağı başka bir şey duymuyordu. Hep o… Yalnız o…
                              ***
                     ŞÖLEN VAR
Kâbus, işin sonuna gelmenin keyfiyle her şeyle alakadar oluyor, emirler yağdırıyordu. Kartal yuvası gibi odasından avazı çıktığı kadar bağırdı;
- Çabuk bana Prenses Maria’yı çağırın!
Ses, camları sarsarak yankılandı. Kapı önünde bekleyen hizmetçilerden biri temenna ederek selamladı.
- Emriniz olur efendim, deyip, geri geri çekilirken Maria da gülerek içeri girdi.
- Ben de zaten yanınıza geliyordum muhterem pederim. Bir alt kattayken sesinizi duydum. Hızlandım.
Derinden nefes alıp veren Maria heyecanlanıyordu. Yalnız kalan baba kız, yarınki muhteşem şöleni konuştular. Bütün ahaliye haber verildiğini, çengiler, çalgıcılar, sihirbazlar ve palyaçoların geldiğini, yiyeceklerin, içeceklerin istenildiği gibi, herkese yetecek kadar ayarlandığını tek tek anlattı Maria.
Kâbus, çok memnun olmuştu. Hizmetçi kız, altın bir tepsi içinde kristal kadehlerde dedelerinin, dedesinden kalma şarap getirdi, saygıyla ikram etti. Havanın sertliğini hafifletmek için ise alelacele küçük bir mangal yakıldı…
Hep yarınki merasime dair sorular soruluyor, bir bir cevaplar alınıyordu. Görevliler, şimdiden şatodaki yerlerini almıştı. Hangi yemeklerin ne kadar yapıldığı, kimlerin hangi vazifeleri yapacağını tekrarladı Maria. Özellikle babasının beklediği çılgın Osmanlıların ne durumda olduklarının haberini oldukça ballandırdı. Kâbus, kızına gururla baktı. Anlından öptü.
- Şimdiden bir Kraliçe gibisin kızım.
- Muhterem pederim. Vefakâr halkımız gönüllerince yesin, içsin ve eğlensinler diye bütün tedbirleri aldım. En son olarak da Kripto’nun katilleri Osmanlıları, şatonun tepesinden kazıklı çukura atlatma şenliği olacak. Halkımızın gözü önünde yapılacak bu nefes kesen merasim, büyük bir iz bırakacak elbette. Onun için bunu en sona koyduk.
- O pisliklerin leşleri, demir kancalara takılsın. Kartallara yem olsun. Ha! Kim, Kâbus’a karşı gelirse, akıbetinin de böyle olacağını yayın? Gücümüzün, kuvvetimizin her tarafta duyulmasını istiyorum Prenses’im!
- Aman pederim! Düşündüğüne bak. Halkın gözü önünde yapılan bu muhteşem olayın başka ne mânâsı var ki? Onlar anlayacaklarını çok iyi anlarlar. Sen meraklanma. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.