Osmanlı diyarında uzun geceler güzelliklerle doludur

A -
A +
“Sessiz, sakin uykumuzun gelmesini beklerken ne güzel ettiniz de geldiniz canlarım…"
 
Gülümseyen Süleyman Çelebi, köşedeki divana oturmuş üstüne kırmızı bir şal örttüğü ayaklarını karşısındaki kanepeye dayamış, bir şeyler okuyordu. Saçı sakalı bembeyaz, yüzü ak paktı. Sevdiği yeğenini ve gelinini görünce toparlandı. Neşesi daha da artmıştı. Kır düşmüş gür kaşlarını kaldırdı. Koca beyaz sarığının altında daha bir haşmetli görünen kafasını hafifçe büktü;
 “Sessiz, sakin uykumuzun gelmesini beklerken ne güzel ettiniz de geldiniz canlarım… Ha, şöyle yaklaşın bakayım.”
 Birer yer minderi çekip karşısına oturdular edeple. Süleyman Çelebi, önce biricik gelinine döndü:
 “Ne var ne yok? Söyle bakalım güzel kızım!” deyince Gülşah bocaladı. ‘Çocuğum var…’ diyecek hâli yoktu ya…
 “Hiç! Muhterem Efendim…”
 “Nasıl hiç? Siz gençler her şeyin adını ‘hiç’ koyup, çıktınız işin içinden. Bu kadar kolay...”
 “Ellerinizden öperiz.”
 “El öpeniniz çok olsun kızım.”
 Her zaman eksik olmayan tebessümüyle sonra Doğan Bey’e yoğunlaştı. Tepeden tırnağa süzdü yeğenini. Elâ gözleri üflenmiş bir kor gibi sevinçten ışıldıyordu.
 “Doğan yiğidim de hele, ya sen ne yapar ne edersin?”
 “Hiç demeyeceğim amcacığım…”
 “O cevabı kabul etmeyeceğimi anladın değil mi?”
 “!!!”
 Matlube Ana mutfağa yönelirken kapı tekrar vuruldu. Doğan Bey, cevap vermeyi tehir ederek el çabukluğuyla fırladı. Gidip kapıyı açtı. Bu kadar olurdu. Gelenler Beyazıt Paşa ve Hüsnâ Hanım’dı. Gülşah, beklemediği bir yerde ve zamanda ana ve babasının geldiğini anlayınca aynalı dolabı, kapalı pencereleri zangırdatan bir hızla kalktı. “Buyurunuz! Buyurunuz!” diyerek karşıladılar. Sanki söz birliği etmişçesine aile, hısım akraba bir araya toplanmıştı.
 Yoksa herkesin bu mutlu hâdiseden haberi mi vardı? Bu kadar güzide insan hep birlikte sevinecek dua edeceklerdi bu gece.
 Osmanlı diyarında uzun geceler, güzelliklerle doludur eskiden beri. Kendi aralarında toplanan kadınlar başka, erkekler daha farklı, gençler ise apayrı değerlendirir; görgü, bilgi ve tecrübelerini artırırlardı. Her yeni durum diğerleri için ayrı bir zevk, farklı bir eğlence vesilesi olurdu. Böylece bütün hayatları huzur ve eğitim içinde geçerdi. Bir hafta olmazdı ki medreseye başlama, hatim, sünnet, düğün, bir lohusa cemiyeti görülmesin. Yeni bir esvap, kına yakma bile bir araya gelmeye vesile olurdu. Mâniler, türküler, ilâhiler söylenir, itinayla hazırlanan birbirinden lezzetli yemekler yenilir, çeşit çeşit meyve suları, şerbetler içilirdi geç vakitlere kadar.
Sohbet ehli ilim adamları, beyler, paşalar toplantılarındaysa, memleket meseleleri müşavere edilir, iç ve dış düşmanlara karşı tedbirler alınır, yeni keşif ve hamleler konuşulur, gelişen şartlara göre vazife taksimleri yapılırdı.
               ***
Güneş, henüz mor dağların arkasından doğmamıştı. Mavi bir atlas gibi pürüzsüz gökyüzünde, tek tük beyaz pamuk kümelerine benzeyen bulutları koşuşturan serin rüzgâr, ıslık çalarak ağaç dallarını, evlerin kepenklerini titretiyordu dur durak bilmeden. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.