Farkında olmadan atının bulunduğu ahıra geldi...

A -
A +
“Hey koçum benim… Yine yol göründü küheylanım... Mübarek olsun...” 
 
Üst üste gelen kötü haberler Timur Han’ı fevkalâde zalim bir hükümdar olarak tanıtmıştı Osmanlı diyarında. Hakkında iyi düşünen hiç kimse yoktu. İşte sarayda konuşulanlar:
“Bu alçak, zalim olduğu kadar da kurnazdı... Sınırı ihlâl edip Osmanlı toprağına geçtiği için bazen özür diliyor, kimi zaman da Yıldırım Han’a sığınanları geri istemek için birbiri arkasına mektuplar, elçiler gönderiyordu. Sultanı çileden çıkarmak için her yolu deniyordu sanki.”
Timur Han’ın adamı, yavuz hırsız misali şimdi de kendi topraklarına girildiğinden ve suçsuz, savunmasız halkına saldırıldığından yakınıyor, Osmanlı toprağına son akınlarının ise padişaha, devletine değil, kaçan bey, paşa, vezir ve diğer hainlere karşı olduğunu ısrarla tekrarlıyordu.
İşte divandakiler tarafından “tilki gibi kurnaz, çakal kadar yırtıcı, zalim, ayyaş, merhametsiz, acımasız türedi”ye gönderilecek uygun bir yiğit bulunacaktı.
Çünkü kendini Osmanlı Padişahı Yıldırım Han’la eş tutan, hatta bütün şarkta hâkimiyet kuran bu zalim, karşısına çıkacak adamı yakaladığında tereddütsüz birçok densizlik yapacak, belki kazığa vuracak, derisini yüzecek, gözlerine mil çekecek, akla gelmedik korkunç işkencelerle öldürecekti kim bilir?!.
Gâzi Evrenos Paşa’nın deminden beri bir mezar taşı gibi sabit, kımıltısız duran nohudî kavuğu hareketlendi. Yavaşça sola döndü:
“Muhterem beyler, paşalar, efendiler, ey cümle hazirûn; malûmunuz, herkese vakit kaybedilmeden haberler salındı. Gece gündüz süren toplantılar oldu. Bilgiler araştırıldı. Günlerce müşavereler, müzakereler yapıldı burada. Malûmatlar Yıldırım Han’ımıza arz edildi. Emir ve müsaadeleri istendi. Nihâyet bu uğursuz tehlike iyice yaklaşmadan en doğru bilgileri yerinde edinecek ve adı geçen adamı mümkünse sağ, değilse kellesini getirebilecek akıncılarımızdan Doğan Bey ve arkadaşlarına vazife verilmesinin uygun olacağı, dua ettiklerinin haberi geldi. Gazâmız mübarek ola…”
“Aşkın Efendisi”nin hürmetine oy birliğiyle... Başta padişah ve bütün karar merciindeki zevat bu isimde hemfikirdiler. Tek kişi bile aykırı düşünmemişti.
“Aman ya Rabbim ne isabet?”
“Muvafıktır Paşam.”
“Mübarek olsun.”
“Cenâb-ı Mevlâ muvaffak ve muzaffer eylesin…”
“Âmin… Âmin…”
               ***
Yukarıdaki, aşağıdaki bütün odaları arayan Doğan Bey, Gülşah’ı bulamayınca, bahçeye çıktı. Timur üzerine sefer ve dünyaya gelecek evlâdı gibi iki mühim haberle içi kıpır kıpırdı. Çocuğunun doğumuna yedi sekiz aydan fazla vardı. Şimdiden onun heyecanı sarmıştı. Allahü teâlâ fırsat verir büyütürse nasıl okutacağını ve iyi bir insan olması için elinden geleni yapacağını düşündü. Tek başına biraz tefekkür etmek için eve geç geleceğini kendi uydurmuştu.
“Demek bizimki dediklerimi yuttu…”
Gülümseyerek durdu, gökyüzüne baktı. Ayın on dördü her bir yanı gri, mor sislerle dolduruyordu. Kalpağının altından sarkan saçlarını kıvırır gibi yaptı. Pembe görünmez bir dil gibi hafif bir rüzgâr yüzünü yalayarak esiyor, saçlarını, önü açık cepkenini savuruyordu o yana bu yana. Önünde gölgesi siyah bir halı gibi dökülen kurumuş yaprakları ezerek yürüdü. Farkında olmadan yağız atının bulunduğu ahıra geldi. Neşeli zamanlarında yaptığı gibi;
“Hey koçum benim… Yine yol göründü küheylanım... Mübarek olsun...” diyerek boynuna sarıldı. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.