“Dünyanın en şanslı kadını benim herhâlde…"

A -
A +
Gülşah eliyle Doğan Bey'in ağzını tutarak fazla konuşmasına fırsat vermeden sözünü kesti.
 
Küçük bir yıldız gibi parıldayan alnının orta yerindeki beyazlıktan öptü. Boynunu kaşıdı bir müddet. Sahibini sesinden ve hareketlerinden tanıyan at, her zaman yaptığı gibi yeri eşeledi. Doğan Bey, atının yularını çözerek bahçeye çıkardı.
“Şaha kalk… Şaha kalk yavrum!” diyerek hayvanı hareketlendirdi. Parlak ay, ılık ve hafif esintili gece tesir etmiş olacak ki gündüzünkinden daha fazla tepiniyor ve şahlanıyor, birkaç arşın geri giderek iki ayakları üzerinde insan gibi duruyordu istediği kadar. Doğan Bey’in keyfine diyecek yoktu saraydan ayrılalı beri.
“Oğlum bu gece sen de fenasın yani. Yine sefer göründüğünü mü hissettin ne? Keyfin yerinde. Senden korkulur doğrusu. At değil yoldaşım, sırdaşımsın benim…” diye arkadaşıyla konuşuyormuş gibi daha neler sıralamadı ki... Yularını çekti. Yüzüne, gözüne öpücükler kondurarak tekrar yerine götürdü. Önüne arpa karışımı ot koyup çıktı. Gerinerek etrafına bakındı. Gökyüzünde beyaz bir delik gibi duran ay, katılacak gibi gülüyor arsız bir çocuk yılışıklığıyla; “Nasıldı Yağız’ım? Ha nasıldı?” diyor, onu alkışlıyor gibiydi. Oldukça neşeliydi. Sebebini bilemediği bir hâl içinde bütün vücudunu ateş kaplamış gibi yanıyordu. İşliğinin ön düğmelerini açıp, göğsünü rüzgâra tutarak Çelebi Amcacığının evine doğru yöneldi. Çocukluğunu, Gülşah’a âşık oluşunu, evliliğini ve daha yeni duyduğu baba olacağı haberini hatırladı tebessüm ederek. Kapıya yaklaşınca pencereden bakan birini gördü;
“Bu da kim? Acaba bir misafir mi?” diye geçirdi içinden. Fakat misafirin bu saatte dışarıda ne işi olabilirdi? İyice yaklaştı. Sanki kafasız bir bedendi gördüğü;
“Acayip şey! Allah Allah!” diyerek biraz daha yaklaştı. Gülşah’ı elbisesinden tanıdı. Heyecandan ve içinde bulunduğu ruh hâlinden olsa gerek, kalbi daha fazla çarpıyor gibi geldi. Gülşah’ı gördüğünde her nedense hep tuhaf bir hâl alır, duygulanırdı. Yine öyle oldu. Sevdiği hayat arkadaşı yanında, yakınında ve onunla birlikte olduğu hâlde bu hassasiyet de neyin nesiydi?
Aldırmadı içindeki sese. Pencereye, sevgilisine yoğunlaştı. Perdenin aralığından sızan ışığın alaca aydınlığında daha bir alımlı görünüyor, ruhları ürpertecek kadar latif güzellik taşıyordu. Elini uzattı. Müstakbel evlâdının anasını incitmeden, nazikçe tutuverdi kollarından. Gülşah’ın ödü kopacaktı neredeyse. “Ay!” diyerek dönüp sevgili Doğan’ını karşısında görünce boynuna sarılmamak için kendini zor tuttu. İçeride muhterem kayınvalidesinin görmesinden çekindi ne de olsa. Korkusu da geçmişti, yorgunluğu da. İliklerine kadar ferahlamış, rahatlamıştı.
“Camları dışarıdan silmek için çıkmıştım.”
“Tabii hemen yakaladım değil mi?”
“Hep öylesin; ummadığım zaman, olmadık yerde karşıma çıkarsın…”
“Herkesin bir huyu var.”
“Seninki de böyle işte.”
“Evet benimkisi…”
Gülşah eliyle ağzını tutarak fazla konuşmasına fırsat vermeden sözünü kesti. Pencerenin önünden bahçenin içine doğru yürürlerken;
“Her şeyin güzel canımın içi…”
“!!!”
“Dünyanın en şanslı kadını herhâlde benim… Senin gibi biriyle evimi, ekmeğimi, zamanımı ve bütün ömrümü paylaştığım için.”
“Bir o kadar da benden…”
Şangır şungur pencerenin kapanmasına bakan çift, camın arkasında hayal meyal görünen Matlube Ana’ya el sallayıp gülüştüler. Kurumuş yaprakları çiğneyerek pürneşe evlerine yöneldiler. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.