“Heyecanlısın yiğidim! Yoksa bir sefer mi var ufukta?”

A -
A +
Bu, öyle bir görevdi ki “gidip dönmemek, gelip bulamamak” vardı neticesinde.      Söze nereden başlayacağını bilemeyen Doğan Bey, bir bahaneyle bugün kendine tevdi edilen yeni vazifeden can yoldaşını haberdar etmenin yollarını arıyordu. Öyle bir görevdi ki “gidip dönmemek, gelip bulamamak” da vardı neticesinde. Yine ilk hamleyi Gülşah yaptı. “Heyecanlısın yiğidim!” “!!!” “Yoksa bir sefer mi var ufukta?” “Kalbimi okudun.. Yok! Yok! Sen gerçekten fenasın…” “Tabii fenayım. Bir bey hanımı ve aynı zamanda bir bey kızının sarayda olup bitenlerden haberi olmaz mı sanıyorsun?” “Ama! Nasıl olur? Daha yeni oldu bu iş!” “Biraz önce Çelebi Amcamız teşrif ettiler…” “Hımm!” “Söyle bakalım ne düşünürsün bu meselede? “!!!” “Sana dedim yiğidim!” “Güzelim, doğacak yavrumuzun, bütün memâlik-i Osmaniye halkının ve dahi cümle ümmeti Muhammed’in sıhhat ve selâmeti için birilerinin fedakârlık etmesi lâzım.” “O aile biz olalım yiğidim. Siz cihada iştirak ederken, bizler de evlerimize, evlâtlarımıza sahip çıkalım. Sabır gösterip dua ederek bu mübarek ve mukaddes davadan pay almaya bakalım.” “!!!” Sizden ayrı kalmak zor olsa da... Ölüm gibi acı gelse ve ciğerimi dağlasa da!” “!!!” Doğan Bey, Gülşah’ın başını göğsüne yasladı. Bu vaziyette sohbet ederek konaklarının önüne kadar geldiler. Kapıyı açarken; “Hocamız buyurdular ki sevgili Gülşah’ım. Eğer bir mümin gece yatmadan evvel ilim tahsil etse, biraz kitap okusa, öğrense, sabaha kadar ibadet sevabı verilir.” “Ben de duymuştum; ‘Ondan sonra yatsın, istediği gibi...’ buyurmuşlardı bir defasında...” “Aynen öyle... devamında ‘Yeter ki bir kitap okunsun. Bir ebeveyn çocuğuna; ‘Yavrum oku da dinleyelim...’ dese o evdekilerin hepsi sabaha kadar ibadet sevabına kavuşur. Elden ayaktan düştüğümüz yani musalla taşına konulduğumuz zaman ne namaz, ne oruç, ne de ilim olacak artık. Kefenle birlikte defterler de kapanacak.’’ “O günümüzde cenâb-ı Allah yardımcımız olsun...’’ “Âmin... Âmin… Ecmâîn...’’ “!!!’’ “Ancak sadakayı cariye dediğimiz bizim sebebimizle bir hayırlı iş olursa ne âlâ... “Doğacak yavrumuz için elimizden ne gelirse yapalım Bey’im...’’ “Bir şeyler yapmamızın, öğrenip, öğretmemizin sebebi o zaten. Eğer iyi bir evlât bırakır, talebe yetiştirirsek, kalıcı hizmetimiz varsa ne mutlu. Bunlar öldükten sonra da sevap yazdırmaya devam ederler.” “Asıl mesele bu ya!..’’ “Hakiki vazifemiz tabii... Yoksa ben ihtiyarlayınca, elden, ayaktan düşünce ne yapabilirim ki? Kenarda varlıklarım olsun, yedek akçem, evlerim olsun diye fâni bir dünya için çalışan, yatırım yapan bir insan, nasıl olur da öldükten sonrasını düşünmez? Buna aklım ermiyor. Ki o biriktirdiklerine, yatırdıklarına kavuşacağı da belli değil... Şimdi dimdik durduğumuza bakmayalım, bir gün gelir dümdüz yatarız musallada; er kişi veya hatun kişi niyetine...’ dedikleri zaman çok geç kalmış oluruz...’’ “Allah korusun...’’ “Âmin...’’ “!!!’’ Genç çift, mübarek hocaları Emir Sultan Hazretleri’nin ruhanî tesiriyle manevî bir haz içinde doğacak çocuklarını nasıl yetiştireceklerini konuşurken mutluluktan âdeta uçacak gibiydiler. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.