“Biz üzerimize düşeni yaptık. Dualarımız onlarla…”

A -
A +
Gülşah ve ahretlikleri gelişmelere lakayt kalamazlardı şüphesiz. 
 
Burası yeni bir konaktı. Süleyman Çelebi, kendi evceğizine yakın kardeşine ait arsa üzerine has akçeleriyle biricik Doğan’ı için yaptırmıştı özene bezene. Başka yerlerden içi görünmeyecek şekilde, dört yüksek duvar arasında gayet şık, bakımlı bir bahçe içindeydi. Kem gözlerden, kötü niyetlilerin şerrinden aileyi mümkün olduğunca uzak tutabilmek ve korumak için her şey düşünülmüştü. Bursalılar bu yeni binaya, kullanılan ak taşlardan, yapılan zarif süslemelerden, rengârenk güller, çiçeklerle donatılmış olmasından dolayı olsa gerek “Güzel Konak” ismini takmış, bilahare güzel insanların kaldığı şirin yer mânâsında da kullanmışlardı bu ifadeyi…
Matlube ana ne kadar çok sevinmişti inşaat bittiğinde. Koşarak gitmiş biricik gelinine müjdeyi bizzat kendisi vermişti…
Gülşah, bu sımsıcak yuvasında, çok sevdiği insanla daha yeni sayılacak, kısa evliliği boyunca mesut ve mutlu olmuştu iliklerine kadar. Hayattan ve istikbâlden çok şey bekliyordu haklı olarak. Lâkin iş vatan, millet meselesine gelince akan sular dururdu. Değil her şeyden çok sevdiği yiğidini, şartlar müsait olsa, büyükleri müsaade etseydi kendi bile gider zalimlere haddini bildirir, bu uğurda gerekirse canını seve seve verirdi hiç düşünmeden. Onun için sevdalısını düğüne gider gibi göndermiş ve güle oynaya da evlerine dönmüşlerdi.
Kâbus üzerine yapılan seferden sonra, en zor olanı görünüyordu bu. Başta Sultan Yıldırım Han ve devlet ileri gelenleri fevkalâde ehemmiyet veriyordu.
Anadolu birliği henüz sağlanmış, yıkılan, yakılan yerlerin onarımı hızla devam ederken yeni bir yangın başlatılmak isteniyordu Şark’tan. Gelen haberlere göre eşkıyalık, zulüm, adam kaçırma, öldürme, hakaret, hırsızlık, açlık, yağmacılık, alevsiz bir yangın gibi Anadolu’yu en uçtan tutuşturuyordu acımasızca.
Gülşah ve ahretlikleri gelişmelere lakayt kalamazlardı şüphesiz. Fenalıkların önüne geçmek, bozulan dünyayı düzeltmek için fedakârlık şarttı. Mutlaka her kesimden insanın gücü, imkânları ölçüsünde yapabilecekleri vardı.
“Gencecik üç delikanlıyı kelle koltukta olsa da gönderdik” diyen Meryem, mutfağa doğru hareketlendi. Sarıkız;
“Biz üzerimize düşeni yaptık. Dualarımız onlarla…” diyerek sofrayı geniş odanın ortasına koyuverdi nazikçe.
“Üç gözü kara yiğit bu fitneyi nasıl durduracak ki?”
Ekmek ve öteberiyle gelen Meryem’in bu sorusuna Gülşah, cevabı geciktirmeden yetiştirdi gülümseyerek;
“Onlar yılanın başını koparacaklar merak etmeyin ahretliğim. Başsız bir gövde neye yarar bir düşünün?”
“Âh bir erkek olsaydım! Âh! Âh!”
“Erkek olsaydın da şimdiki yaptığımızdan daha iyisini yapamazdık. Mühim olan herkesin haddini bilmesi ve dahi üzerine düşeni seve seve yapmasıdır.”
“Haddini bilmek en doğrusu…”
Gülşah, yeni mavi ipek esvabı ve üzerine kıvrımlar oluşturarak sarkan su rengi tülden başörtüsüyle, daha uzun ince görünen sarışın beyaz tenli, iri mavi gözlü güzel Meryem Hanım’ı ve arkasında işiyle meşgul, sarı saçlarını kınayla boyamış, hafif çilli, dik süzme burunlu, yeşil gözlü güzel Sarıkız’ı şefkatle süzdü. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.