"Benim sırtımı kim yere getirebilir ki artık?.."

A -
A +
“Büyüklerim güvendi ve dahi yanık yüreklerle dualar ettiler ihlâsla..."
 
Konağın bu şirin aydınlık köşesinde şık birer abide gibi duran arkadaşlarını sebebini bilemediği bir duyguyla kucakladı Gülşah. Gülümseyerek anlattı söyleyeceklerini. Suallerine cevaplar verdi açık ve anlaşılır şekilde. Kafalarında şüphe uyandıracak bir şey kalsın istemiyordu. “Acaba kocalarımız bu işin altından kalkabilecekler miydi?” dememeleri gerekiyordu her şeyden önce.
Dağılan örüklerini arkada toplayarak hafifçe başını eğdi. Pencereden görünen yaprakları kurumuş gül tohumlarına bakarak dalıp gitti.
“Bu kadar dalgınlık da fazla Gülşah.”
“Özür dilerim. Baktım öylesine!”
“Bize güya teselli veriyorsun ama sen hiç rahat değilsin.”
“O da nereden çıktı? Haydi, sofraya…”
“Afiyet olsun.”
             ***
“Evet! Evet, onları öldürmek için gidiyorum. Kararım kesin. O kadar sefere iştirak ettim, nice badireler atlattım, darda kaldım, zor günler yaşadım, ölümlerden ölüm beğendim, kıl payı kurtuldum hepsinden de. Şimdiye kadar hiçbir cana kıymak aklımın ucundan geçmemişti. Bu sefer kurallarımı, kaidelerimi bozdum. Çünkü çok fena öfkeliyim. Böyle kesin niyetli hiç olmamıştım hiç!.. Eğer ömrüm kâfi gelmez, maksadıma kavuşamazsam, bilinsin ki çok üzgün olarak âhirete gitmiş olacağım. Teselli olabileceğim tek şey ise mensubu olmakla iftihar ettiğim milletimdir. Onların içinden daha inançlı ve daha güçlü binlerce Doğan çıkacak mutlaka. Sultan’ımızın dirayeti, milletimin azmi, sınırsız sabrı kötüleri ve kötülükleri ezim ezim ezecek, sürüm sürüm süründürecek, kahr-ı perişan edecek, zulüm payidar olmayacaktır asla.”
“Ha şunu peşinen söyleyeyim. Öldürmenin çare olmadığına da inananlardanım. Biri gider, bini gelir. Bu hakikati bile bile dallarını budaklarını kırmak, kollarını kanatlarını kesmek ve köklerini kurutmak için gidiyorum işte. Hainler, ağızlarından alevler saçan yedi başlı ejderha olsalar bile benim gazabımdan kurtulamayacak. Kendimi helâk ederim. Allah korusun. Onları mahv-ı perişan etmeden dönmem evvel Allah. Nem var, nem yok her şeyimi bu uğurda feda etmeye hazırım. İşte ispatı. Dünyanın en güzel, en mahir, en sadık taze gelinini önce Allah’a, sonra ihtiyar ebeveynlerine emanet ettim. Arkama bakmadan çıktım yola. İçim ‘cız!’ etse de dönüp gözyaşlarımı göstermedim. Başım dik, sesim gür, mertçe, inançla vedalaştım sevdiklerimden. Elhamdülillah! Elhamdülillah! Başardım buraya kadarını. Sonunu da getireceğim inşallah. Şimdi öyle mesudum ki…”
“İyi ki tereddüt etmemişim yola çıkarken. Gülşah’ımın hakkını da yememek lâzım tabii. O da vakarla karşıladı bu ayrılığı; ‘Sen meraklanma evimin direği, gönlümün efendisi. Son nefesime kadar bekleyeceğim hep. Muhabbetinle dolu, binbir ümit, tarif edemeyeceğim bir aşkla gözüm yollarda, yürekceğizim ve en kalpten dualarım seninle olacak’ demiş dağ gibi durmuştu arkamda.”
“Ben yine eski Doğan’ım. Altımda yoldaş yağız atım, sırtımda yay ve oklarım, belimde eğilmez, bükülmez, paslanmaz çifte su verilmiş kılıcımla bayrama gider gibi sefere gidiyorum cenâb-ı Rabbül âleminîn inâyeti ve ihsanıyla.”
“Büyüklerim güvendi ve dahi yanık yüreklerle dualar ettiler ihlâsla. Benim sırtımı kim yere getirebilir ki artık?" DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.