“Savulun bre namertler! Çekilin bre korkaklar!..”

A -
A +
"Hangi birini sayayım bilmem ki? Ağzı dualı analar, pirifâni dedeler, eli tespihli nineler..."
 
Düşüncelere dalıp gitmişti Doğan Bey:
“Savulun bre namertler!” “Çekilin bre korkaklar!..” “Alçak, şerefsiz, uşaklar!..” “Şeytanın maskarası, insanlığın yüzkarası pislikler.”
“Canım arkadaşlarım, ev bark sahibi olduktan sonra inzivaya çekileceğimi sanıyorlardı. Çok fena yanıldıklarını gördüler. Daha da hayret edecekler bundan sonra. Hele bir seferi tamamlayalım o zaman konuşacağız. ‘Ne haber Erkara Beyim? Ne var Üryan karındaşım? Çekirge Ali'm dilinize ne oldu? Yoksa yuttunuz mu? Boğa Hasan, Palabıyık, Aşır, Atmaca Nuri haydi ne duruyorsunuz? Doğan karındaşınız neymiş söyleseniz ya?.. Dut yemiş bülbüle döndünüz, sizi gidi sizi, canlarım benim.
“Sonra? Sonra her zamanki gibi gülüşeceğiz, muhabbetle sarmaş dolaş kucaklaşacağız tabii.”
“Fakat ne olursa olsun Kâbus denilen melunu hiç unutamıyorum. O amansız mücadelenin izleri olanca canlılığıyla aklımda. Hâfızamdan silinmiyor ne hikmetse? On ay kan, gözyaşı, irin içtiğimi, bir inat uğruna ölen insanları unutmak ne mümkün. Herif ne kavi kefereymiş meğer. Şeytanın aklına gelmeyenler onda vardı. Helâl olsun Meryem kardeşime de; hakikaten mert kızmış. Sözünün eriymiş. Öyle babadan böyle evlât... Yâ Rab sen nelere kâdirsin? O şimdi tam bir mücahide. Gece gündüz okuyor, yazıyor, talebe yetiştiriyor. Gülşah’ımın vazgeçilmez ahretliği. Allahü teâlâ selâmet versin cümlesine ve bütün ümmeti Muhammed’e de…”
“Âh! Âh! Canım Süleyman Çelebi Amcacığımın aşkıyla tutuştuğu âlemlerin Efendisi’ni anlatan gümüş gözyaşları ile yazdığı altın mısralar yok mu? Aman Allah’ım! Yine tüylerim diken diken oldu. Vesiletün Necât, diğer meşhur adıyla Mevlid-i şerîf. İlk okunduğu o muhteşem seferden dönüş gününü hiç, ama hiç unutamıyorum. Tarifi mümkün olmayan bir haz veriyor her aklıma geldiğinde. Hele saf, temiz yürekli Bursa ahalisinin gülen gözlerle, gıpta ile bakışları içime işlemişti altından oklar gibi..."
“Hangi birini sayayım bilmem ki? Ağzı dualı analar, pirifâni dedeler, eli tespihli nineler, kuğular gibi süzülen beyaz başörtülü bacılar, utangaç kızlar, kızanlar, can yoldaşlarım, arkadaşlarım; hepsiyle de iftihar ediyorum. Mümtaz halkımı, necip milletimi, devleti âli Osmanî’mizi tarifi imkânsız bir muhabbetle seviyorum ve seveceğim de. Bu uğurda da yapamayacağım şey yok. İşte yine yollardayız; Mevlâm yâr ve yardımcımız ola.”
“Kısa zaman içinde edindiğim onlarca hâtıralarım kara bir gölge gibi beni takip ediyor. Lisân-ı hâl ile; ‘Sen de öleceksin!. Bu dünyada fânisin! Kimsenin yanına kalmadığı gibi, sana da yâr olmayacak yaptıkların. Hem iyi, güzel, kalıcı şeyler yap, hem da kötü hiçbir şeye meyletme, el sürme. Ebediyen yere baktırma sevenlerini!..’ dermiş gibime gelir. Daha neler sayılıp, dökülmüyor ki hayal âlemimde, iç dünyamda?”
“Gözümün önüne, başta Devletlû Sultanımız Yıldırım Han’ımız, yanında gönüllerimizin sultanı başımızın tâcı Emîr Hazretleri, ilim deryası Molla Fenârî Hazretleri, tevâzu abidesi Somuncu Baba’mız, söz kelâm ustası canım Süleyman Çelebi Amcacığım, peder-i âlimiz kibar insan Beyazıt Paşamız, eskimez bir harp kurdu Gâzî Evrenos Paşamız, ilim deryası Molla Hüsrev Hocamız, Sarı Timurtaş, Kara Timurtaş, Murat ve Vezir-i azam Çandarlızade Ali Paşalarımız, daha nice ilim irfân sahipleri, çeşitli esnaf, ağa, bey, paşa, birbiri ardına dizilmiş sıra sıra selviler gibi beni selâmlıyor..." DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.