“Bir geceye bir ömür sığdırdınız efendim"

A -
A +
Dua ve güzel temennilerle yeni küheylanına bindi. Karnı toktu her ikisinin de.
 
Bütün ihtiyaçlarını karşıladığı bu koca harp kurdu, tecrübeli akıncı ve âlim zât-ı muhterem uyumamış, yolda lâzım olabilecek her şeyi en güzel şekilde hazırlamıştı. Hazır ol vaziyetinde saygıyla duran Doğan Bey’e, öpüp başına koyduğu boz bir keseyi uzattı. Doğan Bey, elleri önde ilerledi. Hürmetle eğildi. İçinde ne olduğunu tam bilemediği keseyi aldı. Huşuyla öptü, başına koydu. Dışarı çıkarken Hâfız Molla
“Haydi, aslanım; atın çabuk, yolun açık, yolculuğun uğurlu olsun!” diyerek gülümsedi.
Kapının önünde bakımlı, cins bir kır atın onu beklediğini görünce gözleri buğulandı. Can yoldaşı Yağıztay’ından ayrılmak pek ağır gelmişti. Lâkin yapacağı başka şey de yoktu. Yolu uzun ve zorluydu. Her konak yerinde bir at değiştirmeseydi işi çıkmaza girer, belki de hedefine varmakta gecikirdi. Eliyle büyütüp beslediği Yağıztay’ını bırakmak, Gülşah’tan ayrılmak kadar acı vermişti. Onu teselli eden şey ise emin ellerde olmasıydı. Kim bilir, seferden Allahü teâlâ izin verir sağ salim dönerse belki yeniden alırdı. Sonra bu atın ondan geri kalır tarafı da yoktu. Emre uymak ise en güzeliydi.
Muhabbetle kucaklaştılar kırk yıllık dost, samimî ahbap gibi. Dua ve güzel temennilerle yeni küheylanına bindi. Karnı toktu her ikisinin de. Üzengisini tutan Hâfız Molla’ya şefkatle baktı. Utandı.
“Bâri bunu yapmasaydınız efendim. Çok mahcup oldum…”
“Sen üzülme evlât. Eden kendine eder. Bak ne elim eskidi, ne de bir yaş daha kocadım. Yine aynı adamım.”
“Bir geceye bir ömür sığdırdınız efendim. Sizi, evinizi ve hatta bu köyü hiç unutmayacağım. Hadi Allah’a ısmarladık.”
“Güle güle yiğidim. Güle güle!”
Dizginleri sonuna kadar çekti. Ağır, keskin mahmuzlarını atın karnına vurdu. Köyün tek katlı evlerinin önünden, etrafı çitlerle çevrili bahçelerin yanından yel gibi esti. Ardı sıra koşuşan köpeklerin hırçın havlamaları arasında henüz ufuktan doğmakta olan güneşi önüne alarak sabah rüzgârıyla yarışırcasına dörtnala uzaklaştı. Dumanlı dağlara doğru süzülerek gözden kayboldu...
Nice ormanlardan, derin derelerden, köprülerden, sivri tepelerden, uçurumlardan indi, çıktı. Konak yerlerinde fazla durmadı. Hemen atını değiştirdi, azığını aldı, yeniden yola koyuldu. Hiç uyumadı da. Yalnız düz yerlerde atı tırıs giderken, yarı uyanık dalıyordu. Gecelerden gündüze, yağmurlardan güneşe girdi. Gün oldu ıslanan elbiselerini yine üzerinde kuruttu. Akşamları serin rüzgârlara karışan kurt ulumalarına, yanık bülbül seslerine aldırmadı. Zaman geldi kendi de atı da terledi. Yordu, yoruldu iliklerine kadar. Ama hep yol aldı. Her an hedefine daha çok yaklaşıyor, bir hata yapmaması için de dua ediyordu bütün samimiyetiyle.
                            ***
              TUHAF BİR MEKTUP
İriyarı, şişman, yağız tenli, kalın kaşlı, hin bakışlı, armut burunlu ve uçları kıvrık kaba bıyıklı, başında kırmızı kalpak, üzerinde tavus kuşu gibi yanar, döner kaftanı olan Kara Yusuf Bey, kaçıncıdır o kadar büyük bir o kadar da ihtişamlı devletin Sultanı Yıldırım Han’a Timur’a karşı nasıl durulabileceğini anlatmaya gelmişti. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.