Karakoyunlu Devleti Sultanı huzura kabul edilmişti...

A -
A +
Kara Yusuf Bey, adamlarını uzakta bırakarak saraya yaklaştı. Atından yorgun argın indi. Kocaman sütunların arkasında zarif bir bibloya benzeyen, tepesindeki salyangoz boynuzunu andıran kısa direklerde tuğ ve sancak-ı şerifin asılı olduğu işlemeli kapının önünde durdu. Parmaklıklardan görebildiği kadarıyla hâlâ yemyeşil, rengârenk güz çiçekleriyle bezenmiş bahçede askerler o tarafa, bu tarafa geziniyordu. Yavaş yavaş bir gölge gibi içeri süzüldü. Kimseciklerin fark edemediğini düşünürken aniden bir yeniçeri önüne dikiliverdi. Geleni ilk gördüğü anda korkutmamak için kılıcı, kalkanı yoktu.
“Ne istiyorsun?”
“Sultanımız’a bir maruzatım olacak…”
“Kimsin? “
“Şeey! Şe...”
“Kimsin ve ne işin var burada?”
“!!! “
Kara Yusuf’a hiç de alışık olmadığı şekilde bu kadar sorgulanmak dokunmuştu. Acaba onu ne sanmışlardı? Fazla bekletmemek ve saygısızlık görmemek için durumu olduğu gibi anlatması lâzımdı.
“Ben Karakoyunlu Devleti Sultanıyım!”
“Teşrifatçıya haber vereyim efendim!”
“!!!...”
Zavallı, gadre, zulme uğramış gibi görünen Kara Yusuf Bey, biraz bekledikten sonra huzura kabul edildi.
“Buyurun Efendimiz! Haşmetmeap Yıldırım Hanımız sizi bekler.”
“Berhudar olasın!..” deyip, kabul odasına doğru yürüdüler. Susuyorlardı. Şimdiye kadar bu kadar güzel bir yer görmemişti. Elinde olmadan kendi sarayıyla mukayese etti. “Olsa olsa bunun yanında kulübe kalır!” diye söylendi içinden. Duvarlar Kur’ân-ı kerîm’den âyet-i kerîmelerle donatılmıştı. Köşelerdeki kocaman şamdanlar kapalı mekânları gündüz gibi aydınlatıyordu. Boy boy kütüphaneler ağzına kadar kitap doluydu. “Böyle bir sarayda oturan adam eline kitap almasa da âlim olur…” diyordu kendi kendine.
Padişah, gülümseyerek karşıladı ardı arkası kesilmeyecek sığınmacıların başını.
O da Çakır Vezir gibi önce yapılan zulümleri, akıl almaz işkenceleri ağlayarak, sızlayarak sayıp döktükten sonra;
“Bizim gibi gadre uğramış Müslümanların sığınabileceği başka bir yer yok. Ya katlolunmayı bekleyecektik, ya da kurtuluşumuz için hicret etmeyi. Biz şanlı Peygamberimiz gibi hicret etmeyi seçtik. Muhacirlerden olduk. Siz de zulme uğramış bizleri bağrınıza basmakla Ensâr’ın durumuna yükseldiniz.”
“Onları, o seçilmiş başımızın tacı efendilerimizi bizim durumumuza misal vermeseydiniz…”
“Demek isterim ki koca bir devlet yönetiyorsunuz Sultanım. Bizi en iyi anlayacağınıza inanarak kapınıza geldik, adâletinize sığındık vesselâm!"
Anlatılanlar karşısında kendini tutmakta zorlanan Yıldırım Han, kalplerini incitmemek, yanlış anlaşılmamak için iki eliyle yüzünü kapatır gibi yaptı. Alışık olmadığı bu hâli gören hizmetçi sarsıldı, az daha elindeki yelpazeyi düşürecekti. Akşam keyfini kaçırmaya gelmiş bu Horasanlının yüzüne dik dik bakarak;
“Söyledikleriniz ne olursa olsun. Siz de diğerleri gibi bize Allahü teâlânın gönderdiği misafirimizsiniz. Dilediğiniz kadar kalın. Her ihtiyacınız karşılanacak, Osmanlı memleketinde size zarar verecek hiçbir kimse olmayacaktır evvel Allah! Var git rahatına bak. Müsterih olasın! Geceniz hayırlarla dolsun…”
“Minnettarım Hünkârım…” DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.