Sanki mantığı çökmüş aklı kilitlenmiş gibiydi!

A -
A +
Ayak seslerine kulak kabarttı. Gelen, bu yolda ilk tanıştığı Serçetutan’dı.
 
Doğan Bey “Elimdeki askerlerden sultanları hakkında ne öğrenirsem ve ne koparırsam bu geceki kazancım o olacak…” diye düşündü. Huzurla dolup inançla kalktı, hanın kapısına kadar geldi.
Horasan’ın nihayetsiz düzlüklerinden farklı derin vadi, ağır gri tülden bir sisin altında boğuluyor gibiydi. İnce, uzun dallı söğüt ağaçları, lapa lapa yağan karın altında âdeta pamuk tarlasına dönüşmüştü. Her gece sabaha kadar uluyarak ortalığı velveleye veren, inim inim inleten kurtlardan, çakallardan eser yoktu. Sanki yer yarılmış dibine geçmişlerdi. Kara kışın sert, ıslık çalarak esen rüzgârıyla yuvalarına sıkışan yaban hayvanlardan boş kalan vadiyi lebalep tipi, boran doldurmuştu. Kısaca hava buz kesilmiş, ne var ne yok her şeyi dondurmuştu âdeta.
Odasına döndü, kalın koyun yününden pelerinini omuzlarına aldı. Dar ve bakımsız odanın içinde ellerini ovuşturarak dolaştı. Henüz ateş getirilip ocak tutuşturulmamıştı. Yaklaşmakta olan ayak seslerine kulak kabarttı. Gelen, bu yolda ilk tanıştığı Serçetutan’dı. Diğerlerinden bir adım önde, daha lider konumunda ve vazifesinin de en çok idrakinde olandı. Aynı zamanda üçlünün sözcüsü sayılırdı.
Bir gün önce gidilen, görüşülen yer ve kişilerden öğrenebildiklerinin tekmil haberlerini getirmişti. Timur Han, maiyetiyle kışlasına çekilmiş. Ordusu fevkalâde iyi şartlarda, yüksek moral ve güven içindeymiş. Atları besili, filleri her biri bir orduya bedelmiş... Daha neler söylemedi ki? Komutanların ve devlet ileri gelenlerinin nerelerde ne işler yaptığından, Sultan Timur’un uzun kış gecelerindeki oyun, eğlence, meşguliyet ve av partilerine kadar her şeyi en detaylı şekliyle anlatıverdi bir çırpıda. Sonra da müsaade istedi.
Dinlediklerine memnuniyetini belirtmesine rağmen, pek sevinmemişe benziyordu. Kirli, paslı ve harabe hâlindeki odasının içinde, başı önde gezinmeye başladı. Ocaktan pencereye, pencereden ocağa gidip geldi defalarca. Biraz önce karşısında gülücükler dağıtan kızdan dolayı mı ne kafası tersine kapanmış tunçtan havan gibi ağır ve bir o kadar da zifiri karanlıktı. Önünü net göremiyor, şu veya bu şekilde yorum yapamıyordu. Sanki mantığı çökmüş, aklı kilitlenmişti. Derinden gelen, anlaşılmayan bir ağrı her tarafını sızım sızım sızlatıyor, canını insafsızca acıtıyordu.
Huzur beldesi Bursa’yı, Ulucami sokağındaki aydınlık, temiz, rahat konağını ve çift kanatlı penceresinden ona gülümseyerek el sallayan hiç unutamadığı tek sevgilisi, “İlk ve son aşkım!” dediği güzel Gülşah’ını düşündü. Fakat ne hikmetse kafasında resimler şekillenmiyor, siması gözünün önüne gelmiyordu bir türlü. Onlara karşı bir kusuru, kabahati mi olmuştu? Farkında olmadan, bilmeden hata mı işlemişti yoksa? “Lâ havle…” diyerek konuyu değiştirip asıl işine yoğunlaşmak için bir gayret daha gösterdi:
“Acaba vazifemde bir ihmal, gevşeklik mi yaptım? Timur Han, peşine takılanlardan haberdar mıydı? Ya malumatı varsa? Bu adamlara ne kadar güvenebileceğim? Ya beni arkadan vurursalar!..” DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.