“Seni tanıdığıma çok mutlu oldum Canali’m”

A -
A +
“Eksiğim, gediğim, görülecek bir işim çıkarsa seni tercih edeceğim genç arkadaşım…”   İlkin ne demek istediğini anlamamıştı Doğan Bey. Delikanlının dediklerini içinden bir daha tekrar etti; “Bana benzemene sevinmedim!” uzaklara bakarak; “Tahminimde yanılmamışım, demek epey dertli…” kelimeleri döküldü belli belirsiz. Sonra biraz daha açmak istedi garip hizmetçiyi; “Buradan mısın?” “Yok! Hayır! Çok uzaklardan!” “Yani!” “Osmanlı diyarından!” “!!!” Doğan Bey, duyduğu kelime karşısında şoke olmuştu âdeta. Beti benzi soldu. İlk aklına gelen Timur’un yağmacı çapulcuları tarafından basılan köy ve kasabalardan kaçırılmış olma ihtimaliydi. Ona karşı hıncı, kini ve nefreti daha da katlanarak arttı. “Hele bak bu densizlere! Bu zavallıdan ne istemişler? Ne günahı var garibimin? Ey insanlık nerelerdesin?” diye haykırmak istedi. Nafile! Hırsını belli etmeden burun deliklerinden soluyarak yutkundu. Bir müddet hareketsiz kaldı. Kuruyan boğazını temizleyerek toparlandı. Zoraki gülümsedi; “Tanıdığıma çok mutlu oldum Canali’m…” “Bir ihtiyacınız olursa hemen koşarım. Yeter ki haberim olsun Bey…” “Eksiğim, gediğim, görülecek bir işim çıkarsa seni tercih edeceğim genç arkadaşım…” “!!!” Her gün hayallerinde, geceleri rüyalarında kendini kurtarmak için yağız atlar, doru taylarla doludizgin gelen Osmanlı akıncılarını, yiğitlerini gören henüz delikanlılığına adım atmış saf ve temiz Anadolu uşağı bu genç, Doğan Beyi pek etkilemişti. “Duygularımda ve dahi sezgilerimde yanılmamışım elhamdülillah!” diyerek uzaktan ilk gördüğünde kanı kaynayan, içi ısınan, hem de kendi memleketinden olan bu gadre uğramış, zulüm görmüşü daha derinlemesine tanımadan salıvermedi. Esir olup köle edilişini tam bilemiyordu. Çok kış ve bir o kadar da yaz yaşamıştı ama ne kadardı? Parmaklarını gösterip “Beş mi? Altı mı? Yoksa… Ne bileyim çok uzun…” olduğunu işaret ederek epey zaman geçtiğini söylemeye çalıştı. Tereddüt etmeden hayatını, olup bitenleri aklında kaldığı kadarıyla anlatıverdi ayaküstü korku dolu gözlerle, yeniden yaşıyormuşçasına. Doğan Bey yaşı küçük, derdi dağlar kadar kocaman Canali’ye biraz daha yaklaştı. Ön kuzu dişlerinin çıktığı, tahminen yedi, sekiz yaşlarında hafızlık yaparken evlerini, barklarını, bütün köylerini altüst edip birçok çocukla birlikte bunu da kaçırmışlar. Günlerce âh edip gözyaşı dökerek ağlamış. Bir çare olmadığını anlayınca da kuzu gibi teslim olmuş. Farklı yerlerde, değişik insanların yanında hizmetçilik yapmış, su getirmiş, ahırlarını temizlemiş, hayvanlarını gütmüş. Kaç ağa değiştirdiğini de tam hatırlayamıyordu. Bu sene kış bastırınca da şimdiki efendisine satmışlar. Ne kadar para aldıklarını bilmiyormuş. “Yerin de, işin de burası…” deyip ayrılmışlar o kadar. O günden bu yana karın tokluğuna çalışıyormuş handa. Her şeyi tam hatırlamasa da yalnız annesini, babasını, köyünü, komşularını hiç unutamamış. Anacığının; “Yavrumu bırakın! Balamı nereye götürüyorsunuz?” feryadı, figanı hâlâ kulaklarını çınlatıyormuş. İnsanların acı içinde canhıraş bağrışarak ağlaşmaları, ölümüne sağa sola kaçışmaları, savrulan küfürler, âh vâh ediş ve inlemelerinin Arş-ı âlâya çıktığı o dehşet gününü yüzünü buruşturarak salya sümük anlattı. İsli teninde gözyaşlarının oluşturduğu izleri elinin tersiyle silerken bayılacak gibi oldu... DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.