O Doğan Bey gitmiş farklı biri gelmişti sanki

A -
A +
Uykusuz gözleri yuvasından fırlamış gibiydi. Gülşah bu hâliyle görseydi mutlaka korkardı.
 
 
Genç, arkadaşının anlatmasını istiyordu:
"Timur Han’ımızın Behaeddin-i Buhâri hazretleriyle yaşadıklarını anlat da bereketlenelim, feyziyle ısınalım doyasıya."
“Ama bir şartla!”
“Neymiş şartın?”
“Konuşmak, kıpırdamak yok!”
“Tamam… Edebe de yakışmaz zaten…”
“Behâeddîn-i Buhârî hazretlerinin (rahmetullahi aleyh) talebelerinden biri olan Timur Han, huzura kabul edilmiş bir gün;
“Efendim, namazlarımdan zevk alamıyorum. Tasavvuf hâllerim de iyi değil. Bana ne tavsiye edersiniz?” diye sormuş, mahcup ve üzgün olarak boynunu bükmüş edeple.
O büyük velî de;
“Yediğin lokmalara dikkat et!” buyurmuşlar. Timur Han, tereddüt etmeden “peki” deyip, yediklerini, içtiklerini araştırmış. Bir kusur bulamamış kendinde. Helalmiş hepsi de. Tekrar huzuruna varıp; “Araştırdım efendim. Yemeklerimiz helâl. Bir kuruş bile haram karışmamış!” demiş.
Hazret;
“Biraz daha araştır. Başka hususlarda bir hata yapılıyordur mutlaka” buyurmuşlar. Sultanımız yine “peki” deyip araştırmasını daha tafsilâtlı yapmış. Kullandığı eşyalardan, yiyip içtiklerine varana kadar her şeyi derinlemesine inceletmiş. Nihâyet sonunda bir şeyden şüphelenmiş. Gidip destur isteyip, arz etmiş tekrar.
“Pek muhterem Efendim, ısınmak için ocakta yakılan odunların nereden, nasıl getirildiğini bilen yok. Bu olabilir mi?”
“Evet, devletlû Emirim! O hata budur işte!” buyurunca fevkalâde mahzun olmuş Timur Han’ımız. Bu kabahatten dolayı çok tövbe istiğfar etmiş ihlâsla ve samimice. Kısa zamanda da eski iyi hâllerini kazanmış tabii.”
Şahit olduklarından dolayı Doğan Bey çıldıracak gibiydi, şok üzerine şok yaşıyordu âdeta.
“Allah aşkına bana ne oldu? Gözlerime kulaklarıma inanasım gelmiyor! Yanlış mı görüyorum? Duyduklarım doğru mu? Rüyada mıyım yoksa?” diye bağırıp çağırıp haykırmak istedi. Saçını, bıyıklarını çekti canını acıtırcasına. Uyanıktı ve acı duyuyordu. Zar zor zapt etti kendini. Uykusuz neftî gözleri yuvasından fırlamış gibiydi. Gülşah bu hâliyle görseydi mutlaka korkardı. Müşfik, sevecen Doğan Bey gitmiş, farklı biri gelmişti sanki.
Fırtınalı iç dünyasındaki met-cezirleri, kaçan huzurunu toparlamaya da mâni oluyordu. Konuşulanlardan dolayı bu yarı hapsettiği insanların ayaklarına kapanmak istedi. “Ya bir tuzaksa?” sorusu, çelikten bir leblebi gibi içine oturdu.
Yürüdü divane gibi! Bir müddet daha muhabbetle kucaklaşan, birbirlerine destek olan bu kötü bildiği insanlardan duyduğu iyi şeyler yüzünden şaşkın şaşkın yürüdü. Derinden gelen konuşmaları hâlâ duyuyordu. Hepsi de hocasının anlattıkları şeylerdi. Belli ki aynı kaynaktan içmişlerdi. “Peki ya Bursa’da konuşulanlar! Ya Çakır Vezir’in dedikleri! Perişan vaziyette yollara dökülen garip gureba! Yıldırım Han’ın öfkesi! Tövbe! Tövbe!” diye mırıldanarak adımlarını hızlandırdı. Meçhule doğru, şuursuz ve hesapsız olarak gayriihtiyari handan çıktı.
Ne zamandan beri aralıksız yağmakta olan bembeyaz pamuk gibi yumuşak kar üzerinde bata çıka giderken, zihninde de onlarca soru cevap arıyordu.
Masum insanların kanı yerde kalmasın, zulüm payidar olmasın diye çıktığı bu seferde yanlış yönlendirilmiş, başka memlekete mi getirilmişti?.. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.