Doğan Bey, kendisiyle hesaplaşmaktaydı!..

A -
A +
“Gözümün nuru efendim yetiş imdadıma! Bir âli çıkış kapısı göster bana!.."
 
Uğuldayarak esen sert kış rüzgârı çadırı yerinden koparacakmış gibi sarsarken, iç âlemindeki fırtınaları dindiren ses de gittikçe hafifleyerek kayboluyordu. Önce lapa lapa yağan kar, şimdi tipiye çevirmişti. Açık kapı ve pencere aralıklarından beyaz tülden bir gölge gibi sızan inci taneleri gittikçe kümeleşiyor, yer yer mini tepeler oluşturuyordu çadırın içinde.
Neden sonra hocasının müşfik, okşayıcı nasihatleri yerini hepten rüzgâr uğultusuna bıraktı. Muhayyilesini zorlasa da ılık bir meltem gibi iç âlemini ısıtan sohbetleri duyamıyordu artık. Belki de ona öyle geliyordu.
Doğan Bey, bu gece hayatının en inanılmaz derslerini almıştı. Zaman içinde zaman oluşmuş, her şey derlenip toparlanıp bu ana sıkışmıştı. Ne kadar nefsiyle cebelleştiyse de başarılı olamadı. Oturduğu yerden kalktı. Soğuğa ve esen tipiye inat bağırır gibi söyleniyordu;
“Bırak azgın nefsim yakamı! Bııraaaak! Sana ve kör şeytana esir olmayacağım hiçbir zaman! Teslim olmayacağım! Olmayacağım!”
“Gözümün nuru efendim yetiş imdadıma! Bir âli çıkış kapısı göster bana!.. Mübarek ruhaniyetinle buluşmak, muhabbetinle dolmak, taşmak istiyorum doya doya!”
Üst seviyeden devlet adamlarının ve bilhassa padişahın değer verdiği pek genç bir kahraman olan Doğan Bey, yine kendi kendiyle hesaplaşmadaydı. Çoğu zaman yalnız olarak dağları, ormanları, mağaraları dolaşır; sayıları ne olursa olsun rast geldiği haydutlarla tek başına vuruşarak hepsini yere sererdi. Şimdiye kadar sırtını yere getiren olmamıştı. Bütün Osmanlı topraklarını ipsiz sapsız zararlı eşkıyalardan temizledi. Hiçbir akıncı onun arkasından at süremiyor, kimse ona yetişemiyordu. Kılıcını, yayını ve hançerini bir oyuncak gibi maharetle kullanıyor, her hâlükârda ileri geri hamle yapabiliyordu. Uykusuzluk, yorgunluk nedir bilmeyen yiğide neler olmuştu da bugün kendiyle savaştaydı?!.
Daha çocuk denecek yaşta Yıldırım Han, onu Süleyman Çelebi’nin yanında görmüş, güzelliğini, kahraman tavırlarını beğenerek yanına almış, ona birçok vazife vermişti, o da bir sene içinde itibarlı beyler arasında hak ettiği yerini almıştı. Padişahın çok hususî işlerinde alnının akıyla çıkmış, güven ve itimadını kuvvetlendirmişti. Daha yirmi yedi yaşında olmasına rağmen istikbâli oldukça parlaktı. Şahin bakışlı iri, koyu yosun gözleri, gür saçlarının döküldüğü geniş alnı ve kalın, güçlü omuzları, vakarlı, gösterişli yürüyüşü, çevikliği her göreni hayran bırakırdı.
Düşman üzerine yapılan seferlerde, ayrı ayrı yerlerinden şimdiye kadar yirmi üç yara almış fakat düşmana aman vermemiş ve pek çok şövalyenin kellesini almıştı...
O, Bursa’da ve bütün ordu içinde rakipsizdi. Bir cesaret, yüreklilik, kahramanlık ve çabukluk numunesiydi. Fil kadar güçlü olduğunu herkes biliyordu. Yeri ve zamanı gelince kuş gibi uçar, yıldırım gibi çarpar, tazı gibi koşar, arslan gibi atılır, kaplan gibi parçalardı…
Sadrazam en tehlikeli işlerde onu görevlendirir, büyük ve eşsiz başarılarından sonra padişahın huzuruna çıkarır, ona iltifatlar eder, hatırı sayılır hediyeler verdirirdi. Kendilerinden başka yiğit olmadığına inanan nice gururlu bey ve paşalar bile hayranlıklarını gizleyemezdi... DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.