Yaptıkları efsaneleşmiş ve dilden dile anlatılır olmuştu

A -
A +
O, Gelibolu’ya salla ilk geçen ve orada şehit düşen akıncı bir beyin tek oğluydu…
  Doğan Bey'in, tek başına yaptıklarının şöhreti dillerdeydi. Kuşatılmış kalelere gece gizlice tırmanıp kapılarını açmış, yalınkılıç düşman arasına dalıp bozguna uğratmış, kaç defa kefere ordugâhlarının arkasından dolaşarak cephanelerini, çadırlarını ateşe vermişti... Esir düştüğü zaman yüzlerce silahşorun, nöbetçinin arasından kurtularak, sayılmayacak kadar çok ganimetle dönmeyi başarmış bir yiğitti. Herkes onu sever, saygı gösterirdi. Hattâ bütün saray halkı dahi... Çünkü Doğan Bey, bu yükseliş ve çalışmayla yakında beylerbeyi olacak, vezirlik için çok beklemeyecek, evet öyle görünüyor ki, daha sakalına kır düşmeden padişahın muhabbetini, itimadını kazanmış bu yiğit delikanlı çok yakında mührüne de kavuşacaktı. Bundan kimsenin şüphesi yoktu. Hem yürekli, hem de erdemliydi. Muharebeye giderken kahramanlık destanları söyler; sulh zamanlarında, bilgelikle dolu gazeller, kasideler yazardı. Kılıç kabzasının nasırlaştırdığı elinde, kalem de yabancı durmuyordu ceddi gibi. Süleyman Çelebi Amcacığı bir sanat adamı gibi yetiştirmişti onu. Yaptıkları şimdiden efsaneleşmiş; menkıbe olarak söylenir, dilden dile anlatılır olmuştu. Hiç görmediği anasından ve babasından yetim ve öksüz olmasına rağmen edip, şair ve Ulucami-i şerifin başimamı Süleyman Çelebi Amcacığı yanında, sütanacığı Matlube Hanımefendinin müşfik terbiyelerinde şefkatle büyümüştü. Gelibolu’ya salla ilk geçen ve orada şehit düşen akıncı bir beyin tek oğluydu… Sayılamayacak kadar çok üstün meziyetleri olan bu genç akıncı, şimdi fena sıkışmıştı. Aklını başından alan gelgitlerden dolayı ne yapacağını, nereye gideceğini tam bilemiyordu. “İyi ki bu tipi de bastırdı!” diye söylenerek vadi boyunca yürüdü durdu şuursuzca. Şiddetli fırtınaya aldırdığı yoktu. İçten içe tutuştuğu yanık bağrına bir nebze olsun ferahlık bile veriyordu. Dumanı tepesinden çıkan bir tandır gibiydi. “Âh!” çektikçe çıkan nefesi alevi olmayan duman gibi yüzünü yalayarak havaya karışıyordu defalarca. Kar aralıksız yağıyor, tipi dur durak bilmiyordu. Çadırdan ve handan hayli uzaklaşmıştı. Neden sonra derinden gelen bir ses aklının başına gelmesine sebep oldu. Durdu, dinledi iyice. Evet, yanılmıyordu ve yanlış duymamıştı. Bu, yakındaki bir köyde yanık bir müezzinin okuduğu sabah ezanıydı. Aşırı yorgunluğuna inat daha dikkat kesildi. Ezan-ı Muhammedî bitene kadar kaya gibi durdu. Huşuyla içinden de tekrar etti. Kelimesi kelimesine doğruydu. Tegannisi de yoktu. Belli ki eğitimli ve ihlaslı biriydi okuyan. Tarif edemeyeceği bir rahatlık ve sevinç kapladı içini. Gücünü toparlayarak huzurla yürüdü oraya doğru. Avludan içeri sağ ayağını atarken tökezleyip düştü. Bir daha doğrulamadı…                *** Tipi ve yağan kara rağmen konak yerine erkenden gelen Serçetutan, odayı boş buldu. Sağa sola baktı, bütün koridorları, açık olan odaları dolaştı kimsecikler yoktu. Bütün aramalarına rağmen Doğan Bey’i bulamayan Serçetutan, hesapta olmayan bu duruma ve gökyüzünden gelen dur durak bilmeyen öfkeye isyan ediyordu. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.