Genç ve güzel kız rüyada görmüştü o delikanlıyı!..

A -
A +
Mahperi; uzaktan da olsa düşlerinin kahramanına ait bir iz göremeyince canı sıkıldı.
 
 
Kızılhan’ın yanı başında birkaç aile daha vardı. Etrafı göğüs hizasına kadar kireç taşlarından yapılmış bahçenin ortasındaki küçük, sevimli evin işlemeli kapısından bir genç kızın çıktığını gördü, elinde olmadan heyecanlandı. Üstü başı tertemiz ve bembeyazdı karlar gibi. Etrafta kimseler var mı kabilinden sağa, sola bakındı. Elbiselerini düzeltiyormuş gibi yaptı. Tam karşısında bir sur gibi uzayıp giden hanın kapısına ve pencerelerine dikkatle göz gezdirdi. Doğan Bey, görünme korku ve endişesiyle bir adım geri çekildi. Hâlâ gözü ondaydı.
Mahperi; uzaktan da olsa düşlerinin kahramanına ait bir iz göremeyince canı sıkıldı.
“Uyanmamışlar galiba!” dedi, hırsla “of!” çekti.
Sağı, solu kolaçan etti, kapının önündeki kuru odun kütüklerinden birine oturup ellerini birbirine yaklaştırarak ağzına götürdü. Derinden nefes alıp vererek ısıtmaya çalıştı. Sonra da ak koyun yününden örülmüş ihramının arasında gizledi. Hareketsiz durduğunda beyaz bir çuval gibi görünüyordu. Ayaklarıyla karları kürür gibi yaptı. Belli ki canı sıkılıyordu. Ayazdan olsa gerek; zayıf, düzgün yüzü tunç rengindeydi. Yine başını kaldırdı. Bulutsuz, masmavi çini gibi duran gökyüzüne oradan da ufuklara baktı.
“Mavi ve beyaz…” dedi gayri ihtiyari. İki renk arasına sıkışıp kalan tek canlı kendisiydi sanki. Görünürde hâlâ bir şeycikler yoktu.
Bu genç ve güzel kız, birkaç gündür her gece rüyasında gördüğü güçlü, kuvvetli, oldukça yakışıklı delikanlının peşindeydi bütün azmiyle. Hâfızasına ve kalbine iyice yer eden bu yiğidi, Kızılhan’a girip çıkarken görmüş; kim olduğunu, nereden gelip nereye gittiğini öğrenmeden kaybetmenin acısını yaşamış ve günlerce hanın kapısında ağaç kesilmişti. Döndüğüne şahit olunca ne kadar sevinmiş, oldukça da rahatlamıştı. Peki, şimdi ona nasıl ulaşacaktı? Çeşitli yolları deniyor, bir türlü de beceremiyordu.
Bu soğukta onu buralarda bekleten neydi? İç âleminde kopan fırtınalara, dizginlenemez duygularına hâkim olamıyordu. Korku, cesaret, kararlılık tereddüt, nefret muhabbet gibi birbirine zıt duygular aynı anda bir insanda olur muydu? Bu genç Türk kızı, tezatları iliklerine kadar yaşıyordu. Acaba aşk dedikleri şey bu muydu? Aklına gelenlerden dolayı utanıyor, pembeleşmiş yüzü, örste dövülen nar kesilmiş demirden daha beter kızarıyordu.
Esir edilip bir cariye gibi satıldığı bu Acem diyarında kendini kurtaracak kahramanı bulmuştu. Hissiyatına güveniyordu. Manevi işaretler de noksansızdı. Lâkin ya bir aksilik olur da fırsatı değerlendiremezse, o zaman ne yapacaktı? Şimdi de onu kaybetmenin korkusu bütün benliğini kaplamıştı.
Tek başına ayakta kalabilmek kolay mıydı? Candan yanan, yürekten sevenlere ulaşma azmi ve gayreti had safhadaydı bu sebepten. Yessir (esir) olmak ve ebediyen öyle kalmak aklını başından alıyordu. Epey zaman geçmiş olmasına rağmen çocukken eşkıyalarla yaşadığı korku dolu, dehşet günlerini unutamıyordu bir türlü. “Kaçırılmak!” Çok fena, pek çirkindi! Bir gün değil, iki gün değil aylar, seneler birbiri ardınca yaşandı. Dile kolay, bir kız için ne mânâya geldiğini ise ancak yaşayan bilirdi... DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.