Geceleri ay ile gündüzleri güneş ile dertleşirdi!..

A -
A +
Efendisi, Timur Han’a sadık, çiftçilikle uğraşan varlıklı, hatırı sayılır bir beydi. 
 
Şimdi işler başka hâl almış, seyir değişmişti. On beş, on altı yaşında, dinç, sağlıklı, güzel, yakın akrabaları olmayan bir kız için tehlikeler de sayılamayacak kadar çoğalmıştı hiç şüphesiz. Peşi sıra dolaşanlar, laf atanlar, ıslık çalanlar!..
Etrafındakiler, onu tanıyan veya ilk defa görenler, sağdan soldan delikanlılar ve daha güçlü beyler; “Artık iyi, maharetli ve pek güzel bir kız oldu…” demeden edemiyordu. Kimi art niyetli, bazısı daha masum ve samimiydi.
            ***
Fars beylerinin her şeyi farklıydı ama sahibi hariçti. Hem Bey, hem de hanımefendileri istisnasız güzel insanlardı. Anlayışlı, hoşgörülü, merhametli ve her hâliyle dini bütündüler. Bu hususta diğer esirlerden daha şanslıydı. Emin ellere düşmüştü bir kere. Buna rağmen hiç mutlu değildi. Kaç senedir ailenin bir ferdi gibi olsa da onların ‘can’ demesi bile ‘çor’ yerine geçiyor, kahırlanıyordu. Senelerdir hasretlik acılarıyla içten içe ağladı durdu. Yine de yaşlarını kimselere göstermedi. Daha beteri olmadığı için de oturup kalkıp Allahü teâlâya şükürler ediyordu. Ya Canali gibi oradan oraya satılsaydı ne olurdu? Nice yazlar yakıp kavurdu, kışlar dondurup tir tir titretti, rüzgârlarda savruldu, fırtınalarda yoğruldu, bütün bu olup bitenler onun zayıf bedenini, genç vücudunu eritemediyse de, umutlarını silip süpürmüştü. Sanki zihni durmuş, hayalleri, ümitleri çürümüştü. Kalbi belki binlerce defa kırılmıştı ama köyünü, evini barkını hepsinden de mühimi anasını, babasını hiç ama hiç unutmamıştı.
Birkaç kez başka beylerden satın almak isteyenler olduysa da merhametli sahibi buna rıza göstermedi. Kendi öz kızıymış gibi sahip çıktı, korudu, kolladı bütün tehlikelerden. Rahatı için elinden geleni yaptı. Ama onun çelikten daha sert kalbini kazanmaları yine de mümkün olmadı.
Yalnız başına kaldığında ağlayarak, sızlayarak kederini bazen bulutlara, kimi zaman allı turnaların kanatlarına yükleyerek anasına, babasına gönderdi. Bir nebze olsun teselli bulacağını sandı kendince. Çocuk aklı bu neylersin? Hayallerine zincir vuramıyordu ki! Onlar bedeni gibi esir değildi şükür. Yıldızlarda, ayda, güneşte, rüzgârın uğultusunda, velhâsıl her yerde ve şartta yaşıyor, gezip dolaşabiliyordu.
“Âh! Âah!” Âh! Hep güneşin uzak tepelerden aşarak battığı tarafa bakıyor, onun gittiği yerlerde memleketinin, evinin, ana baba ve akrabalarının olduğunu düşünüyordu. Biraz önce kendini ısıtan güneşin, her sabah sevdiği yakınlarının üzerine de doğup onları ışıl ışıl aydınlatacağından, sımsıcak ısıtacağından emindi. Geceleri ay ile gündüzleri güneş ile ne kadar dertleştiğini, kucak dolusu selâm ve özlemlerini yolladığını bir Allah, bir de kendi biliyordu.
        ***
Efendisi, Timur Han’a sadık, çiftçilikle uğraşan varlıklı, hatırı sayılır bir beydi. Bir kere ziyaretine geldiğinde; “Öz kızım...” diye tanıtmıştı. O zaman ne kadar da mutlu olmuştu. Hurufî Tebrizî’nin adamları onu, o da onları hiç sevmezdi. Bu bölgede iyilerle kötüler karışıktı. Bu yüzden de kavga, gürültü ve çekişmeler çok yaşanırdı. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.